BÖLÜM 9: NEFESSİZ KELEBEK

1.3K 79 19
                                    

NEFESSİZ KELEBEK

| in a manner of speaking nouvelle vague |

Karanlık bir şehrin üzerine doğan ay, insanlara umut verebilir mi?

Olamamak. Evet, şuan hissettiğim şey bu. Ya da daha başka... Boğazımdan süzülen sert bir konyak gibi işliyordu içime. Her yudumda yüzümü buruşturmama rağmen tadından vazgeçemediğim...Sanırım bende bunu seviyordum.

Rüzgar sert bir şekilde tenime kazanırken yaşananlar zihnimin duvarlarında tekrar tekrar canlanıyordu. O adama vurduğumda hissettiğim şey neydi? Bilemiyorum. Bunu yapmak zorunda olup olmadığımı dahi bilmiyordum. O an söz konusu o iken gördüklerimden bir anlam çıkartmama gerek yoktu. Siyah gözlü adam. Dışarıdan soğuk, korkunç, ölümcül derecede soğukkanlı ve zeki. Bir kez olsun içeriden bakınca ona, gördüklerin değişiyordu. O iyiydi. Kimsenin göremeyeceği yerde olsa bile ben biliyordum, onun iyiliği yaradılışından beri oradaydı. Ne bir kahramanım oldu bunca zaman nede bir sevgilim. Bu işler nasıl yürür bilmiyorum. Daha önce aşıkta olmadım. Şimdi bana ait olmayan ama ruhumda beslenen duyguların adı aşk olabilir miydi? Ona baktığımda içime garip bir hissin girmesi, o konuşurken dudaklarını inceliyor olmam, yemek yerken gözlerindeki iştah. Bunları izlemesi bu eve ilk geldiğimde bomboş bir şeydi, anlamı olmayan ama şimdi? Tüm kelimeler benliklerini yitiriyordu söz konusu o olunca. Her şeye, onla yaşadığım her ana rağmen ben iyiydim. Tuhaf olansa her gün iyiye gidiyor olmamdı. Buradan gitmek istemiyordum. Mesele doğup, büyüdüğün şehir ya da anılarının olduğu sokaklar değildi. Mesele sevgiydi. Mesele birisiydi. Mesele hissettiklerindi. Feza Mirzanlının karanlığında renkleniyordum, bakışlarının siyahlığında, parlıyordum. Yeni bir ben oluyordum onunla. Bunlar kitaplar ya da filmlerde anlatılardan daha farklıydı. Çünkü böyle bir hikaye yoktu.

Karanlık bir gecede ölümden kaçan bir kız, onu ölümden kurtaran siyah gözlü adam. Birlikte aynı evde bir şey yapmadan geçen günler, bazen tek bir söz dahi edilmeden öldürülen vakitler... Arada o kitap okurdu, bende onu. Kapağı okuyabildiğin gibi okursun onu, içini o açmadan tanıyamazsın. Birkaç saat önce biz birbirimiz için savaştık. Ne o geri adım attı nede ben. Şimdi bu bizim için bir adım ötesi değil miydi? Hayatımın hiçbir anında yanım yoktu ama sanki o benim zihnimin karanlık köşesinde uyuyan kahramanımmış. Ve şimdi o kahraman benim karşımdaydı.

"Mavi!" Fezanın seslenmesiyle daldığım yerleri sakladım. Bu sesi özlemek istemiyordum ya da unutmak. Onu unutursam, kendimi de unutur muşum gibime geliyordu.

Balkonun kapısını içeriye doğru açarak salona girdim. Dışarısı ayazdı. İçerisinin sıcaklığı gevşememe neden olmuştu biraz olsun. "Efendim." Diye cevapladım ellerimi birbirine sürttüğüm sırada.

"Bir şeyler hazırladım. Hadi gel." Bu biraz garibime gitmişti. Sanki bu işi benim yapmam gerekiyormuş gibi. Üzerimdeki sersemliği atarak, "Tamam." Dedim.

Sandalyenin mermer zeminde sürtünürken çıkardığı kışkırtıcı ses mutfakta yankılanırken masanın üzerine konulmuş kahvaltılıklara baktım. Peynir, salatalık, zeytin, reçel, domates, bal ve sosis. Hepsi iştah açıcı görünse de canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Beynimin tam ortasında kırmızı bir nokta vardı ne kadar o kırmızı noktayı görmemek için çaba sarfetsemde her seferinde o noktanın üzerinde otururken buluyordum kendimi.

Feza beli ince bardaklara çay döktü ardından bardağı önüme bırakıp karşı sandalyeye geçti. Garip bir sessizlik sızı verdi aramıza. Bu sessizliğin aramıza girmesine biz izin vermiştik.

Önümdeki hiçbir yiyeceğe dokunmadım. Gözlerim tek bir noktada duruyordu. Fezanın çatal bıçak sesi ve ocakta kaynayan çayın suyu mutfaktaki tek sesti.

Kamu telah mencapai bab terakhir yang dipublikasikan.

⏰ Terakhir diperbarui: Apr 03, 2022 ⏰

Tambahkan cerita ini ke Perpustakaan untuk mendapatkan notifikasi saat ada bab baru!

SOKAĞIN SON ŞARKISITempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang