42

1.4K 135 128
                                    

"Harold, Louis-" Susan'ın odasına dalmasına sinirlensede sesini çıkarmamıştı. Ama bu seferde Susan kendisini salona ciddi bir şey konuşmak için getirmişti. Ve beş dakikadır ağzında Harry'nin anlayamadığı bir şeyler geveliyordu.

"Ne oldu Louis'ye?" Harry sesinde ki öfkeyi saklayamamıştı.

"İzin verirsen, bitireceğim." Susan kızmış gibiydi ama bu kızgınlık babası ölen bir çocuğun gece attığı çığlıklara gibiydi. İkisinin de sonunda acıyan bakışlar, kızgınlığın önüne geçiyordu. "Louis... gitti. Evet, Harold. O gitti."

Harry algılayamıyordu. "Ne?" Kahkaha atmaya başladı. "Bu bir şaka değil mi? Elbette bu bir şaka!" Büyük salonun etrafında dönmeye başladı ve bir yandanda kahkaha atıyordu. "Bir şey söylesene Susan!" Tam Susan'ın karşısında durdu. "Bu bir şaka, öyle değil mi?" Gözlerinden yaşlar akmaya başladığında, hıçkırıklarda teker teker boğazını terk ediyordu. "O beni bırakıp gidemez!" diye bağırdı karşısında dudaklarını ısıran Susan'a. "O bunu asla yapmaz!"

"Üzgünüm Harold." Harry bir sinirle Susan'ı omuzlarından tutup itti. Susan da ağlayıp bağırmaya başladığında Harry saçlarını çekiştiriyordu. "Ben çok üzgünüm. Benim elimde olan bir şey değil. Tanrı şahit ki ona gitmemesi için yalvardım."

"Yalan söylüyorsun! Yeteri kadar yalvaramamışsın! Beni bırakıp gitmiş!" Tekrardan odanın etrafında dönmeye başladı.

Bu nasıl olabilirdi? Louis, sevdiği adam, onu nasıl bırakıp gidebilirdi? Aklı almıyordu. Kalbi göğsünü düzensiz bir şekilde dövmeye başladığında gözleri kararmaya başladı. Tanrım, bunların hepsi birer rüya olsun, diye yalvardı içinden. 'Lütfen Tanrım, beni cehennemin en dibine atacaksın, biliyorum. Bari dünyada cenneti yaşamama izin ver. Onun yokluğu benim için cehennemden farksız.'

Ayakları yerden kesildiğinde odanın içinde dönememesi onun için bir sorun haline gelmişti. Neden ayakları büyük salonu tavaf etmiyordu? Ne olmuştu? Gözlerini kırpıştırdığında karanlıktan başka hiçbir şey göremiyordu. Karanlık onu ele geçirmişti adeta. Ve bırakmaya niyeti yok gibiydi.

*****

"Harold, kalk. Hemen kalkmalısın!"

Harry gözlerini ovuşturdu. Ne zamandır yerde yatıyordu? "Ne zamandır yerdeyim?"

"On beş dakikayı geçmemiştir."

"Lanet olsun, bana yıllar geçti gibi gelmişti." Oturur pozisyona gelip şakaklarını ovduğunda aklına akın eden gerçeklerle yüzleşmemek için ölmeyi diledi.

"Harold, hemen kalkmalısın! Thomas'ı Louis'yi kontrol etmesi için yollamıştım. Treni kaçırmış ve ne yazık ki bir saat sonraya bir bilet bulmuş. Zamanın var, ona veda edebilirsin. Hızlı olmalısın!"

"Ona veda etmeyeceğim." Harry ayağa kalkarken ağzına gelen inlemeyi yuttu. "Onu geri getireceğim."

*****

"Bu lanet şehirden bir an evvel gitmek istiyorum!" Louis karşısında ki duvara sert bir yumruk atacaktı ki, kendisini izleyen küçük çocuğu fark etti. "Ne var?" diye söylendi şaşkın bakışlara. "Aman, her neyse."

İstasyonda beklemek kadar sinir bozucu bir şey yoktu. Bir an aklına Harry'yi istasyonda beklediği zaman geldi. Onu gördüğünde kalbi teklemişti. İnkar etmeye çalıştığı gerçek, onu öldürmeye başlamıştı. Harry'ye aşıktı. Ama o zamanlar bunu kesinlikle inkar ediyordu.

Siyah ceketinin cebinden çıkardığı cep saatine baktığında trenin gelmesine daha yarım saat olduğunu gördü.

Sabırsızdı, doğal olarak. Aldığı nefesi sertçe üfledi. Arkasına döndüğünde etrafa deli izlenimini veren Harry'le karşılaşmayı beklemiyordu. Ve gözleriyle buluştuğunda tüm hücrelerinin kalmak için yalvarmasını da beklemiyordu. Bu onu kahrediyordu. Cidden.

Our Love Should Wait (Larry)Where stories live. Discover now