7; "A Chance Of Overtime..."

41.3K 1K 57
                                    

Neredeyse-öpücük-gecesi dediğimiz şey dayanılmazdı.

Birkaç dakika boyunca, donuyor olmamı önemsemeden sokakta dikilmiş olduğum gerçeğini saymadığınızda bile, sadece inanılması güçtü tamam mı? Bildiğiniz, biraz önce aşığından ilk öpücüğünü almış aptalın teki gibi, iki parmağımı neredeyse dudaklarımın üstüne bastırmış, öylece çoktan izini kaybettirmiş olduğu yolu izliyordum. Gözlerim irice açılmış, soğuktan ıslanmıştı. Tam anlamıyla ne yapacağımı bilemez haldeydim.

Yani tamam, üstünde düşünmemem gerekiyordu. Sonuçta öpüşmemiştik ama o neydi tanrı aşkına? Bana eğilmişti, nefesi benimkine çarpmıştı ve tanrım, beni öpmesini istemiştim.

Bunu istemiştim. Harry Styles’la iki defa seks yapmış ve birkaç defa da yiyişmiştim ama bunların hiçbiri beni dudaklarımın üstündeki dudakları fikri kadar çıldırtmamıştı.

Neler oluyordu?

Midem bulanıyordu. Olan buydu. İçeri girmeliydim. Hastalanmak istemezdim, değil mi? Evet, galiba istemezdim. Evime girmeli ve yarın için hazırlanmalıydım. Yarın Harry’ye gidecektim, değil mi? Uyumak en iyisiydi. Evet, bu iyi bir fikirdi. Kesinlikle.

Titreyen ellerle zorlukla kapıyı açıp içeri girdiğimde, beklemeden üst kata, odama çıktım. Ceketimi çıkarıp bir kenara bıraktığımda, sorumsuzca kendimi de yatağa atmıştım. Of, kendimi ot çekmiş falan gibi hissediyordum.

Durup, Harry’den yarınla ilgili mesaj beklemeli ya da fırının sahibi olan Bayan Whitmore’u arayıp, yarın için izin almalıydım.

Ama ben sadece tavanı izleyerek uyuya kaldım.

Ve öpücükle ilgili rüya görmedim. Hem de hiç. Gerçekten.

***

İyi haberlerim var.

Birincisi Bayan Whitmore’u arayıp izin almama gerek kalmadı, çünkü ikinci iyi haber olarak Harry piçi bana mesaj falan atmadı. Yani tembellik yapıp bütün gece uyumak bana hiçbir şey kaybettirmedi.

Yine de Harry kadar ibne bir kişiliğe sahip olmadığımdan, cumartesi günü fırına girerken, her ne kadar görmezden gelinmiş ve muhtemelen davet edildiği için pişman olunmuş kişi olsam da, telefonumu açıp Harry’ye mesaj bırakmaya karar verdim. Tek sorun bip sesini duyana kadar ne söyleyeceğim konusunda hiçbir fikrim olmamasıydı.

Bip sesini duyduktan sonra da olmadı.

“Eee, Harry,” diye mırıldandım farkına varmadan. “Şey, eee?”

Ney? Ney?

“Dün gece, ee,” diye devam ettim.

Dün gece bir hataydı, sevgilim. Hadi baştan alalım.

Yüzümü buruşturdum. “Sana söylemeyi unutmuşum,” dedim aniden. “Ben hafta sonları... Eee çalışıyorum? Şeyde, Cupcake House’da. Yani, bugünkü o şeyi iptal edelim, ne dersin?” bir an duraksadım. “Evet, her neyse. Im, görüşmek üzere.”

İptal edelim, ne dersin? İptal edelim, ne dersin? diye acınası bir ses yankılandı zihnimde.

Elbette evet diyecek, diye atladı iç sesim. Ne sandın ki, aptal.

***

İç sesim haklıydı.

Harry sahiden de evet demişti. Daha doğrusu dememişti. Lanet kıvırcık ağzını açıp tek bir laf bile etmemişti. Laf etmeyi bir kenara bırakın, onu görmüyordum bile. Beni görmezden geliyordu, ben de onu görmüyordum.

En azından Perşembe gelene kadar tek yaptığı beni görmezden gelmekti. Perşembe, biyolojide grup çalışması sırasında aynı grupta olmadığımız halde yanıma yanaşmış, bir şeyler söylemek için kulağıma eğilmişti.

'Till We SurrenderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin