12; "Show You Who You Belong To"

39.3K 981 59
                                    

Harry’yi hayatımdan çıkarmak çok şey demekti. Ya da Harry’nin hayatından kovulmak işte, her neyse. Siz ‘aranızdaki seksti sersem’ diyen dâhiler, geçirdiğim şoku göz önüne olarak çenenizi kapalı tutsanız iki taraf için de fena olmaz.

Ne diyordum? Ha, evet. Çok şey demekti. Üç aydan uzun bir süre boyunca yaptığımız tek şey seks olsun, olmasın –hem seksin her türünü yapmak sadece seks yapmak demek değildir, tamam mı?- baktığım her yerde onu görmek için fazladan duygulara ya da o tür saçmalıklara ihtiyacım yoktu. Çünkü bilirsiniz, sahiden baktığım her yerde onu görüyordum. Evimin döşemelerinde, salondaki kanepede, televizyon koltuğumda, mutfağımda ve hatta bahçemde. Kısacası paylaştığımız tek şeyi paylaştığımız her yerde.

Ki ev en iyisi. Siz bir de fırını ve okulu düşünün. Kaç farklı yerde kaç farklı pozisyon denediğimizi bilseniz dudağınız uçuklar. Bu yüzden susuyorum.

Ah bir de evet. Harry’nin evinden ve aslında hiç girmediğim hayatından kapı dışarı edileli sadece üç saat oldu. O kadar da umutsuz değilim, biliyorum.

Sekse ihtiyacım olduğundan değil. Tamam, yaşımın ergen ortalamasında olduğunu, hormonlarımın tavan yaptığını biliyorum. İyi bir sekse fazlasıyla alışmadım değil ama en kötüsü ne hissettiğimi –evet, duygulardan söz ediyorum, yakın beni- biliyorum ve bu kesinlikle sekse duyacağım özlem değil. Başka bir şeyi kaybetmiş gibi hissediyorum. Ki ilk defa derslerin tümünü asıp, yatağımda iğrenç bir sancıyla kıvrandığım günün de bugün olması her şeyi açıklıyor. Ya da en azından bir kısmını.

Pekala, pekala. Bir gün için fazla mı dramatiğim? Belki biraz da sentimental? Biraz da sesimi kesmeliyim belki?

Evet, şimdi herkes susup beni karın ağrımla yalnız bıraksın. Hem iyi bir uykuya ihtiyacım var, üç aydır kalktığımda fena bir sekse kurban gideceğim düşüncesi olmadan uyuyamadım ki hem. Hıhım.

***

Ertesi sabah fazla uykudan kaynaklanan bir baş ağrısıyla uyandığımda, mantıklı düşünme yeteneğimi geri kazanmam için uzun süre tavanı izlemem gerekmemişti. Hızla duş almış, dün olanlar hakkında hiç de geri dönüp düşünmemiş ve ders başlamadan önce hala vaktim olduğu halde, dünü telafi etmek için erkenden okula gidip kütüphaneye sinmiştim.  Hatta şansım yaver gitmişti ve inek, minyon bir çocuk olan David Soyadı-Her-Neyse’den ders notlarını bile alabilmiştim. Bu kadar da değil, tabii ki.

Bunun yanında David Soyadı-Her-Neyse’nin neden dersten önce gelmiş olduğu içerikli gizli bilgiye de ulaşmıştım.  Yani aslında David Soyadı-Her-Neyse’nin sadece inek değil, aynı zamanda dedikodu tayfasının en yeni casuslarından biri olduğunu öğrenmiştim. Tamam, büyük bir şey değil. Bana muhtemelen kimseye bu bilgiyi satamayacağımı bildiği ‘ben de ineğim ama senin gibi değil’ bakışını istediğinde kullanabilmek için anlatmıştı. Kapayın çenenizi, okuldaki konumumla dalga geçmeniz hiç de hoş değil. Hem siz şuna bakın.

Boş kütüphanede oturmuş, notları kopyalarken David SoyAdı-Her-Neyse –kapatma düğmesini bulamadığım çocuk- bana okul gazetesinden bahsettikten hemen sonra, başını tembel bir kıkırdayışla arkaya atmıştı. “Neler yapabileceğim konusunda en ufak bir fikrin yok, Kimberry…”

Kimberly. Adım Kimberly. Kimberry diye bir isim bile yokken nasıl bir kıç bunu uydurmayı seçer ki? Özellikle Harry de bana böyle seslemeye başlamışken ve-

Gözlerim irileşti. Harry ve benden haberi olamazdı değil mi? Yerimde rahatsızca kıpırdanıp başımı usulca defterden kaldırdım ve baykuşunkileri andıran kahverengi, iri gözlerine baktım. Bana iğrenç bir şekilde özlediğim en yakın arkadaşım Stacy’ninkileri ve eski erkek arkadaşım -hayır, onu özlemedim- aynı zamanda sosyetenin en budala çocuğu olan George’u anımsatmıştı.

'Till We SurrenderWhere stories live. Discover now