10.Bölüm...

19.3K 2.3K 417
                                    


10...

Bu bilinmezlikle karanlıkta boğulduğumu hisseder ve metanetim uçar giderdi.

Yürüdüm, nereye gittiğimi bilmeden. Bindim, hiç sorgulamadan acımasız düşmanımın gönderdiği arabaya. Beni nelerin beklediğini bilmeden yol almak, işte on bir yıldır bunu yapıyordum.

Bilinmezlikte yol alan bir yabancı gibiyim bu dünyada...

Kafamı kararmaya yüz tutmuş gökyüzüne çevirdiğimde annem aklıma geldi. Gökyüzü benim bu dünyada tek sığınağım, küçüklüğümden beri her gece gökyüzünü seyretmeden uyumazdım. Gece yıldızlarla hep annemle iletişim kurduğumu düşünür ve onlarla konuşurdum sanki annemle konuşur gibi, ama artık en önemlisi artık annemin yaşadığını bilerek konuşuyorum yıldızlarla. Bundan sonra sadece onun için yaşayacaktım. Hatıramdan hiç gitmeyen diğer bir kişi babam aklıma geldiğinde, bu bilinmezlikle karanlıkta boğulduğumu hisseder ve metanetim uçar giderdi. Önceleri onun ölümü gözlerimin önünden hiç gitmedi, ama büyüdükçe onun yüzünden bu halde olduğumu çok iyi anladım. O annemi benden alarak bu dünyada beni yapayalnız bırakan adamdı ve şimdi onun pis işlerini öğrendikçe, benim en büyük karanlığım olan bir yabancıydı artık...

Birden gözlerim nemlenmeye başladı ki an itibariyle kendime gelmek için başımı iki yana salladım. Ağlamak yoktu bu yolda, uçuruma çıkan bu yolda asla ağlamayacaktım. Bunu önce kendime sonra ustama söz vermiştim, hiç bir zaman metanetimi yitirmeyecektim.

Bu hayattaki en büyük düşmanımın inine geldik ve ancak öyle daldığım düşüncelerimden uyandım...

İçimdeki huzursuzluğa çok anlam yüklemeden iki yanımda iki adamla yürürken, uzuyor gibi gelen koridorun duvarları üzerime geliyormuş gibi kalp atışlarım gittikçe artıyordu. Ruhumdan yükselen dayanılmaz bir öcün pençesinde içimden, 'Git, şu adamın işinin anında bitir," dedim kendime defalarca.

'Gir, bitir ve kaç...' diyen iç sesimi baskılamaya çalışırken kocaman ahşap oymalı çift kanatlı bir kapının önünde durduk.

Adamlardan biri, "Sen söyle arkama geç," dedi.

Arkasına geçtim ve öylece kapıyı açtı. Bu sefer ikiside iki yanıma geçerek kolumdan tuttu ve birlikte içeri girdik. Adamlar izin isteyerek çıktılar odadan ve beni düşmanımla baş başa bıraktılar.

Kapının ağzında duran bana, "Geç evlat, otur şöyle," diyen düşmanımın sözünü dinledim ve kocaman simsiyah sütunlu ayakları olan masanın hemen önünde yine siyah deri tekli koltuklardan soldakine oturdum.

Derin bir nefes alıp verdikten sonra, "Rasim bey burada olmamı neye borçluyum?" dediğimde attığı kahkaha kulağımı tırmaladı.

"Cesur bir çocuksun anlaşılan, ama her şeyin bir zamanı var evlat. Önce senle biraz sohbet edelim bakalım."

İçimdeki gergin hücrelerime rağmen rahat olmaya çalıştım.

"Olur, peki edelim, ama siz başlayın çünkü ben sizinle ne sohbeti edeceğimi anlamadım," dedim.

Önündeki kahveden tebessüm ederek bir yudum aldı.

"Evlat, anlat bakalım kimsin nesin ve en önemlisi Irmak kızımızın etrafında ne işin var?"

Bu sefer ben inceden tebessüm ettim ve dirseğimi koltuğun sağ koluna dayayarak gerindim.

"Neden anlatayım ki? Siz beni apar topar adamlarınızla ayağınıza kadar getirttiğinize göre, hakkımda öğrenmek istediğiniz bilgileri de bal gibi adamlarınıza toplatabilirsiniz."

YASA DIŞI/ RaflardaWhere stories live. Discover now