26.Bölüm...

8.2K 1.3K 387
                                    

26...

IRMAK...

Yaşadıklarım, yaşayacaklarımın bir göstergesiydi ki bunu çok iyi idrak edebiliyor ve bundan sonra beni daha fazla acının beklediğini de çok iyi biliyordum.

Bir hafta boyunca kendimi bulunduğum yere kapatmamın ardından, nihayet kendi evime dönebilmiştim. Naz'ın yan odada uyuduğunu bildiğim halde hıçkırarak ağlamamı epey bir süre durdurmam mümkün olamadı. Geçen bu süre zarfında gerçek babamın Rasim olduğuna inanamazken, şimdi onun pis işler yapan bir katil olduğuna inanmam gerekiyordu. Nasıl bir insan dostunu öldürebilir ki! Buna anlam veremediğim gibi küçücük bir çocuğu bile öldürmek için çabalamasını ise hiç anlamak istemiyordum.

Şimdi o adam gerçekten benim babam mı?

Bunu Demir'in annesinin ağzından duyduğumdan beri yüreğim paramparçaydı. Çünkü o ana kadar yine de babam olmadığına dair azıcık da olsa bir umudum vardı, ama tüm gerçekleri öğrendiğimde artık hiçbir umudum kalmadı.

Evet, o adam benim babammış... Her şeye rağmen o benim biyolojik babam dahi olsa, onu manen baba olarak kabul etmem asla mümkün olamayacaktı. Keşke Rasim sadece amcam olarak kalsaydı.

Ah keşke!

Çok değil iki hafta önce bana nasıl olduğumu sorsaydınız, "Mutluluktan ölebilirim," derdim size. Fakat şimdi aynı soruyu soruyor olsanız, "Hayal kırıklığından ölüyorum," cevabını verirdim. Demir'e oynadığı oyundan dolayı çok kızgınım, lakin ona olan sevgimi, aşkımı inkar edemem, yalnız bu aşkı bir anda olamasa da artık kalbime gömmem gerekiyordu. Aşkımdan feragat etmek zaten içimi acıtırken, onunla bir arada asla olamayacağım gerçeği kalbimi daha çok acıttı. Meğer ben ona aşkla bakarken o bana katilin kızı gözüyle nefretle bakıyormuş. Bu bakışın asla değişmeyeceğini bilmek o kadar acı ki ama her şeye rağmen onu çok sevdim.

Ona yardım etmeliyim...

Ona yardım ederek ancak vicdanımı rahatlatabilirim, diye düşünürken babasının katilinin kızı olduğum gerçeğiyle onu bir daha sevemeyeceğim düşüncesi ile tekrar hıçkırmaya başladım.

Gün ağarmak üzereydi ve hala gözüme bir damla uyku girmemiş ve gözlerim o kadar ağlamama rağmen olabildiğince ayıktı. Yataktan fırladığım gibi duşa attım kendimi, belki bir nebze arınabilirim düşüncesiyle. Kıyafetlerimle girdiğim duşta su aktıkça ben ağlıyordum. Bu bir süre böyle devam ederken, aniden suyu kapadım. Tarafımı bir an önce Demir'e söylemek istiyordum. Apar topar duştan çıktığım gibi ıslak kıyafetlerimi çıkartarak üzerime kuru giysilerimi giyindiğim gibi kendimi sokağa attım. Demir'in koşu saati olduğunu düşünerek onun evine doğru sürdüm arabamı. Bir süre arabadan inmeden onun apartman kapısından çıkmasını bekledim.

"Yoksa dünkü olanlardan sonra bugün koşamayacak halde olabilir mi?" diye kendi kendime sorduğum soruyu yine kendim cevapladım.

"Madem öyle o zaman evine giderim," dedim ve arabadan indim.

Tam o sırada apartman kapısı açıldı ve Demir'le göz göze geldik.

"Irmak," diye seslenerek yanıma geldi.

"Bu saatte ne işin var? Bir şey mi oldu? İyi misin?"

Ağlamaktan şişen moraran gözlerime rağmen gülümsedim.

"İyi değilim. Sence nasıl iyi olabilirim? Her neyse buraya size yardım edeceğimi söylemeye geldim."

Bunun üzerin kollarıyla omuzlarıma dokunan ellerini hışımla ittim.

YASA DIŞI/ RaflardaWhere stories live. Discover now