yeniden doğdum

50 24 90
                                    

Galiba her şeyi unutarak pes ediyorum. Ruhuma dalgalar, gözlerime yıldız, göğsüme okyanus koyarak, beynimde yangınlarla, gidiyorum. Nasıl vazgeçilir bilmeden, öğrenmek beni güçlü kıldığı andan itibaren kimseyi düşünmeksizin tökezliyorum. Bazen çaresiz, hatta çoğu zaman çaresiz kalırız ya bir çoğumuz, bende o takıma katılarak gidiyorum.

Elimde gitar, yavaş yavaş gözlerinden yaşlar aka aka, bir akşam üstü serinliğinde,  evsiz kalıyorum

Uyuduğum yer yok, hiç hiçbir yerim yok. Evrenin koca sonsuzluğunda.

Ellerin çaresizce çehremde dolaşırken, tenine değen soğuk canını yakmasın.

Ruhumun dalgalarıyla gidiyorum.

Tutuşan göğsüme birer bıçak ile...

Hayalden bir elbise, beyaz ,ve kalbimi saran eski günler artık bana yaklaşımıyor. Koşuyorum.

Ama ya sonrası?  Sonra ne olacak ben gidersem ? Ben ölürsem ?

Sonrası koca bi hiçlik benim açımdan. Ben gidersem ben rahat edeceğim. Ben ölürsem ben hiç olacağım.

Peki ya Alev ?

Güzel dost bulmuşken onu yalnız bırakmak mı ?

Peki ya Ekin ?

Hayatımdaki doğruyu, sevgiyi bulmuşken, o benim boşluğumu ben onun boşluğunu doldururken onu tek mi bırakacaktım ?  Kalbine bıçak mı saplıyacaktım şimdi gidersem... vazgeçersem ?

Peki ya annem ?

Hayatında tek varlığı, tek ayakta durma odağı ben iken onu desteksiz mi bırakcaktım ? Nasıl olur da babam vazgeçmişken -ki çok güçlü bir adam olmasına rağmen -  ben nasıl bırakacaktım.

Babam kızardı. Çok kızardı hemde ama kıyamazdı ki kızına kavuşmuşken.

Kendime ait olmayan melodisi güzel olan bir tını kulaklarda dolunca sustum.

" ona sonra kavuşursun ama bana geri gel Hazel." Diyordu Ekin.

Özlemişim sevdiğimi. Hani poyraz karayel'de Ayşegül'ün dediği gibi.

" bir daha sevdiğimi göremeyecek miyim... Ne zor şeymiş ölmek."

Ya geri dönecek, acılarıma katlanacak güçlü olup yaşama devam edecektim, ya da ölecektim.

Ölümden hem korkuyor hem korkmuyordum.  Dengesiz diyorlar ya bana. Aynen öyle.  Hem korkup hem korkmamak insanı uçurumda içi içini yerken baş başa bırakıyordu.

Ekin'den

Gözlerimi açtığımda burnuma tanıdık olan hastane kokusu ile yüzümü buruşturdum.
Hazel'in 2 gün boyunca uyanmamış olması beni içten içe öldürüyordu.

Bu benim  savaşım. Bu benim  olayım mıydı kafamın ucundaki düşünceler...

Hazel'in annesine başımla selam vererek Hazel'in odasına girdim.

Annesine sevgilisi olduğumu, onu sevdiğimi, asla yalnız bırakmayacağımı her şeyi açıkladım ve birbirimizi sevmiştik. Çok iyi ve üzgün bir kadındı. İlk önce kocası sonra kızı... belki!

Daha yeni olmamıza rağmen seviyorum.

Yanık kollarına baktım. Çok acımış mıdır canı?  İçime acı girerken yanına oturdum.

Gözlerimdeki yaşlara aldırmadan onun masum uyuyan yüzüne baktım.

-" sadece uyan. Uyanmak bu kadar zor olmamalı. Çok mu zor bana, annene dönmek?  Çok mu üzgünsün sen Hazel?
Seni seviyorum Hazel... kim sana ne yaptıysa hepsinin canı yansın. Sen çok güçlüsün. Sen çok harika bişeysin. Bana ilk bakışını, ilk tanışmamızı, beni tanımadan ilk kızışını, bana olan sinirini bitirip güzel güzel bakmanı, sert davrandığında 'bana işlemez bu sert tavırların ben senin kırgınlığını görüyorum' deyişini, pamuk şeker yerkenki mutluluğunu, denize bakışını, o denize hayranlığını  hala aklımda, bende büyük iz bıraktın ve beni şimdi bırakma böyle. Pes etme, etme çünkü mutlu olalım. Sen benim küçük kedim, sen benim prensesimsin. Sen benim toz konduramadığım papatyamsın.
Babanı özlüyorsun biliyorum senin o boşluğunu dolduramam ama yavrularımıza çok güzel babalık yaparım. Onu özledin ama ona sonra kavuşursun ama bana geri gel Hazel"

Ekim'de Ekin Aşkı Where stories live. Discover now