BÖLÜM 7

505 46 2
                                    

YENİ BÖLÜM İLE HERKESE MERHABA. İYİ OKUMALAR DİLİYORUM ARKADAŞLAR.

Çay kovasını almış ve mutfaktan ayrılmıştım. Ben mutfaktan çıkınca, beni gören İlyas'ın ekmekçiden ayrıldığını gördüm. Yavaş adımlarla merdivenlere doğru ilerliyordum. Çok geçmeden İlyas yanıma gelmişti. O neler duymuş, neler öğrenmiş merak ediyordum. Gözlerim gözlerine bakıyor ve anlatmasını bekliyordu. Yanıma gelen İlyas, ekmek kasasını yere bıraktı. Ellerini dizlerine koyup iki büklüm nefes almaya çalışırken, bir yandan da anlatmaya çalışıyordu:

- Erhan, burda geçmişte bir şeyler yaşanmış. Anladığım kadarıyla olayları firar olarak kayda geçmişler. Ancak tuhaf olan şey, ne kaçtıklarına dair bir iz ne de bulunamamış olmaları. Hatta dedikodu bile olmuş o dönem. Atış talimlerinin bittiği günlerde, birkaç el atış sesi duymuş askerler akşam saatlerinde. Ama önemsenmemiş tabi. Sonuçta askeriyedeyiz oğlum, önemsenmemesi normal geliyor.
- Peki çıkılıp araştırılmamış mı?
- Dediğim gibi normal günlerde yaşanan gece atış talimleri gibi düşünülmüş. Hatta çocuğun dediğine göre, koğuşun tamamı duymuş ve normal işlerine devam etmiş. Bu olayla yakın zamanlarda da bir firar olayından bahsedilmiş. Birçok askerin yok yere süründüğü ve cezalar aldığını söyledi.
- O konuyu bana da anlattı ustalardan biri. Ancak bu atışlardan bahsetmemişti. Ne yapacağız bilmiyorum. Fakat bir şekilde sebebini bulmam gerek. Yoksa beni rahat bırakmayacak bu her neyse.
- Endişe etme ben yanındayım. Gücümüzün yetmediği yerde bizim gruba bahsederiz. Hep birlikte olunca, daha çabuk ve daha çok şey araştırır, öğreniriz.

Bu konuşmanın ardından İlyas kasayı, bende kovayı almış ve yemekhaneye doğru yola koyulmuştuk. İlyas'ın öğrendiği gibi bir olay yaşandıysa, bu çok normal bir durumdu. Çünkü komutanlar, silahlar ve atışlar sürekli gördüğümüz, yaşadığımız bir olaydı. Bunun için atış talimlerinin olması gerekmiyordu. Ancak benim kafamı karıştıran şey, üç askerin firarının ardından firar olaylarının çoğaldığı konusuydu. Ben böyle bir durumda korku ve endişe duyar, o askerlerin yaptığını örnek alıp kaçmayı aklımdan geçirmezdim. Eğer bu işin üzerine dikkatleri çekmeden düşersek, belki öğreneceğimiz daha çok şey olacaktı. Bu düşünceyi aklımın bir köşesine yazarak, yemekhanenin kapısından içeri girdim. İlyas'la birlikte elimizdekileri yerleştirirken, kahvaltılıkların gelmesini beklemeye başladık. Yemekhanede birkaç asker bulunuyordu. Onlarla sohbete dalmıştık bile. Kendimi bu olay haricinde, arkadaşlarıma ve rutin saatlere adapte etmek zorundaydım. Yoksa dikkat çekebilir, hatta başımı derde bile sokabilirdim. O yüzden normal akışa ayak uydurarak, her şeyin zamanla olacağı düşüncesine sığınmıştım. Çok geçmeden bizim postadan askerler kahvaltılıkları getirmişti. Hemen askerler sıraya girdi ve dağıtmaya başladık. Onlara dağıtmadan önce, kendimize ait tabldotları hazırlamıştık. Tüm askerlerin kahvaltısını verdikten sonra, bizde masamıza geçerek kahvaltı etmeye başladık. Bizim grup her zaman olduğu gibi aynı masadaydı. Sohbet beni olan bitenden uzaklaştırıyordu. Azda olsa huzur buluyor, normal bir insan olduğumu anımsıyordum.

Günün tamamı yemekhane temizlemek, boş saatlerde kenarda, köşede dinlenmek ve sohbetle geçmişti. Akşam yemeğini de verdikten sonra, yemekhaneyi temizleyip bırakmıştık. Arkadaşlarla toplanıp çay, kahve aldıktan sonra, koğuş kapısının karşısındaki masalara oturduk. Sohbete devam ediyorduk. Öyle yorulmuş hissediyordum ki, temiz ve akşam serinin çöktüğü havayı içime çektikçe dinleniyordum. Serbest zaman su gibi akıp gitmiş, yat saati gelmişti. Yorgun olmayanlar için yat saati formalite halini almıştı. Tüm acemi askerler artık düzeni öğrenmiştik. Ortama alışmış ve ayak uydurmaya başlamıştık. Yemin törenine az bir zaman kala, daha alışmanyan asker kalması imkansız gibiydi. Nöbetçi Astsubayın uyarısı ile, koğuşlara geçmiştik. Herkes yavaş yavaş yerine yatıyor, kahkahalar havada uçuşuyordu. Ben zaten yorgun olduğum için, kendimi yatağıma nasıl attığımı bilmiyordum. Zor bela edilen yatak muhabbetine veda ettiğimi hatırlamıyorum. Bir anda uykuya dalmıştım.

Güzel uykumdan, gecenin bir yarısı nöbetçi askerin dürtmesi ile uyanmıştım. Yarım ağızla sorduğumu hatırlıyorum:

- Noldu Ahmet?
- Diğer bölükten bir çocuk uyandırmamı istedi. Kalk bir bak istersen.

Kendimi toparlamaya çalışırken, aklıma hemen Mert gelmişti. Yerimden hızlıca kalktım. Eşofmanımı üzerime takıp, yastığın altından sigaramı ve cüzdanımı alıp koğuşun dışına doğru yürümeye başladım. Kimseyi uyandırmadan kapının önüne çıkmıştım. Mert karşıda oturmuş sigara içiyordu. Yanına gidecekken Ahmet seslendi:

- Dikkat edin bak! Nöbetçi Astsubay dolaşıyor laf yemeyin.
- Tamam, tamam. Merak etme.

Mert'in karşısına oturup hemen lafa girdim:

- Noldu bu saatte hayırdır?
- Neler öğrendin sorayım dedim. Gece gece senide rahatsız ettim.
- Olsun ya önemli değil.

Mert'e gün boyuolan biteni anlattım. Şaşkın şaşkın dinliyordu. Ardından bende ona neler öğrendiğini sorunca anlatmaya başlamıştı:

- Senin anlattıklarını, benim öğrendiklerimi, gördüğümüz ve duyduğumuz şeyleri bir araya getirince, o askerlerin başına bir şey geldiğini düşünüyorum Erhan. Ama ne oldu? Nerede oldu bir türlü kestiremiyorum.
- Öldürüldüler mi diyorsun?
- Başka ihtimal gelmiyor aklıma. Ama ne sebeple olmuştur bilmiyorum. Hem koskoca bir taburda nasıl bilinmez?
- Silah sesleri normal gelmiş olabilir. Belki o an oldu olan.
- Bilmiyorum...

Mert'in gözleri açılmış ve sözü yarıda kalmıştı. Farkedince hemen sordum:

- Ne oldu Mert?

Arkamızda kalan ve lojmanlara bakan nöbetçi kulübelerine bakıp kalmıştı. Arkamı dönmemle birlikte aklım başımdan gitmişti. Üç kulübede de nöbet tutan askerler vardı. Beyaz vücutları üzerinde asker elbiseleri, kıpırdamadan duruyorlardı. Olanlar sadece bu kadarla bitmemişti. Biz korkuyla o tarafa bakarken, askerlerden biri kafasını yavaşça bize doğru çevirdi. Gözleri yoktu ve karanlık doluydu. Gece karanlığında bile farketmek mümkündü. Mert'e kalkıp içeri koşmayı teklif etmeme fırsat kalmadan, aynı asker üzerimize doğru akıl almaz bir hızla gelmeye başladı. Yürümüyor, adeta uçuyor gibiydi. Refleks olarak kendimizi geriye doğru atmıştık. Tam burnumuzun dibine geldiğinde korkunç bir sesle birlikte ortadan kaybolmuştu. O askerlerden biri olduğu kesindi. Bizi gerçekten korkutmuştu. Aynı anda bizde korkunç bir çığlık atmıştık.

Çok geçmeden usta askerler, nöbetçi komutanlar ve bölük arkadaşlarım yanımızda bitti. Ne olduğunu anlamak isteyen gözlerle bize bakıyorlardı. Ne diyecektik ki? Bir askerin ruhu bize saldırdı mı diyecektik? Mert bana ben Mert'e bakıyorduk. Ya bir yalan atacaktık ya da gerçekleri anlatarak olacak şeylere katlanacaktık.

ASKERDEWhere stories live. Discover now