9

974 60 27
                                    

                    

"Çocukluktan Gelen"

Eve döndükten sonra kolundaki yarayı asker olduğundan ve küçük yaralarla başa çıkmada neredeyse uzaman sayıldığından kolayca pansuman yapan Atilla daha sonra bir türlü uyuyamamıştı.

Giderek Leyla'ya çekildiğini biliyordu ve kendini durdurmayı bir türlü beceremiyordu. Baloda kendi kendine verdiği kararlar şu an ona öyle saçma görünüyordu ki neredeyse gülecekti. Belki de kendine karşı gelmeyi bırakmalı ve içinde yeni yeni yeşermeye başlamış bu duygulara geçit vermeliydi.

Leyla'yı tanımıyordu ancak içinde onu tanımaya dair bitmek bilemeyen bir merak her geçen saniye daha da artarak kendini belli ediyordu. Yatağına uzanmış tavana boş boş bakarken aklından geçen düşünceler hiç tekin değildi. Ne ara uykuya daldığını anlamadı, rüyasında o kara günü gördüğünde sıçrayarak uyandı. Eli terli ensesinden saçlarına doğru yol alırken nefes nefeseydi.

Gözlerini kısıp perdesi aralı camdan gökyüzüne baktığında havanın aydınlanmak üzere olduğunu gördü, birkaç saat sonra sabah olacaktı. Bir daha uykuya dalmaya çalışmanın faydasız olduğunu düşünüp yataktan doğruldu ve yatağının yanı başında duran ayaklı askıdaki polis üniformasına uzandı.

Savaş zamanında bir Türk askeri olarak İstanbul'da kalmak kolay değildi. Babasının nüfuzu ne olursa olsun İtilaf Devletleri işgal ettikleri bu şehirde Osmanlı Askerini istemiyor, var olan askerleri de kontrol edebilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Atilla da bu yüzden doğduğu şehre geri dönüp Osmanlı Polis birliğine katılmaya karar vermişti. İstanbul'un artık olmayan huzur ve güvenliğini sağlamak için çalışan bu kurum düşman askerlerinin izin verdiğince işini yapmaya çalışıyordu.

Teşkilatın içinde başta Salih olmak üzerine kendilerinden birçok adam vardı ancak yine de teşkilatın başındaki paşa tam bir İngiliz maşası olduğu için teşkilat gün geçtikte kötüye gidiyordu.

Koyu lacivert üniformasını üzerine geçirip, ütülü yakasını düzeltirken kapısının çalınmasıyla şaşırdı ve "Girin" diyerek kapıya doğru döndü.

Annesi yüzündeki tebessümle kendisine doğru ilerledi ve tam oğlunun önünde durup ceketini ve ceketin üzerindeki işlemeleri düzeltti.

"Uyandırmaya gelmiştim lakin sen çoktan hazırlanmışsın." dedi ellerini omuzlarına doğru götürürken.

Atilla onun bu evhamlı hallerine gülümsedi. Annesi saçlarını küçük bir çocuk gibi düzeltirken ses çıkarmamaya çalıştı ancak kendini geri çekmeden de duramadı.

"Bırakın ben hallederim validem. Kaç yaşında adam oldum." dedi şakayla karışık. Ancak annesi yine her zamanki gibi konuyu buradan alıp evlilik meselesine getirince sesini çıkardığına pişman oldu.

"İşte bende onu diyorum ya oğlum. 25 yaşına geldin ancak hala anne sözü dinleyip evlenmedin. Tohuma kaçtın artık, torun sevemeden öleceğim diye çok korkuyorum çok!"

"Arif ne güne duruyor anneciğim." diyen Atilla annesin ellerini üzerinden çekti ve masanın üzerinde duran fesine doğru uzandı.

Artık aydın kesin fes takmasa da polis teşkilatının üniformasında fes hala bulunuyordu.

"O başka oğlum. Arif benim ilk göz ağrım ama senden gelecek bir torun hasretiyle yanıyor benim içim. Zaten balo gecesinde tanışmanı bilhassa istediğim kişilerle tanışmadın. Çok sevdiğim bir ahbabım kızını getirmişti o gece." Diye geçirdi imayla.

"Bir görseydin ne kadar alımlı, ne kadar kibardı. Sen daha iyi bilirsin ama bir görüşmenizi çok isterim. Bir pastahaneye gitseniz ne kadar mutlu olurum."

Zamanın YağmurlarıWhere stories live. Discover now