Sam Öldü

21 6 0
                                    

Not: Bu bölümün kitabın gidişatıyla bir âlâkası yoktur. İstek bölümdür.

Kim...

Sırtım beyaz duvara dayalı, aklım beynimden uzaktaydı.

Uzun süredir bu hastanedeydik ve artık neredeyse her doktorun, her hemşirenin adını biliyordum.

Sam'in de öğrenmesini istiyordum.

Gözümden akan yaşı işaret parmağımın ters tarafıyla sildim. O kadar çok ağlamıştım ki artık ağlamamı durdurabilme yeteneğine sahiptim.

İnsanlar ölürdü. Bunun olabileceğini biliyordum.

Ama cidden, bu kadar erken olmak zorunda mıydı? Daha yaşamadığınız bir hayatı terk etmemeliydiniz.

Onun öleceğine kendimi inandırmıştım. Ölüm fikrine hâlâ  alışmaya çalışıyordum. Alışamayacaktım ama yine de dışarıya güçlü gözükmeliydim.

"Ölmüyor!"diye bağırdı Ryan Amcam. Ses desibeli beni korkuttuğu için hızla ayağa kalktım. Sırtım hâlâ duvara yaslıydı.

"Sakin ol!"dedi Patricia onun kolunu tutarak. Asıl konudan çok uzaktım. Kim Sam'in öldüğünü söylemişti ki?

"Bana bu tür şeyler söyleyip durmayın! Jane gitti, ama kızım hâlâ benimle."

Anlaşılan, Patricia ona Jane'in ölümüyle alâkalı bir şeyler söylemişti.

"Tamam, Ryan. Sam ölmüyor. Özür dilerim."

Patricia'nın Sam'in öleceğini düşündüğüne inanamıyordum! O, ona en çok inanan kişiydi ve şimdi onun hayatla olan savaşı kaybedeceğini söylüyordu.

Koridorda bir koşuşturma oldu. Sam ile ilgilenen doktor bir fişek gibi hızla önümden geçince, bir şeylerin ters gittiğini anladım. 

Ölüyor muydu?

"Hey, neler oluyor?"dedi Ryan Amcam doktorun arkasından. Bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum ama beklemeliydik.

Önce Sam'i kurtarmalıydılar, sonra bize cevap verebilirlerdi.

"Konuşun, susmayın! Lütfen, duymamız gerekenler var."

Bu, Büyükannem Gracie'ydi. Dün burada değildi, bugün buradaydı. Yarın burada olmayacaktı, sonraki gün olacaktı.

Neler saçmalıyordum ben böyle?

Kimse gelmiyordu. Yoklardı. Sam'in yanındaydılar, onu yalnız bırakmıyorlardı. Bu iyi bir şeydi çünkü Sam bilmediği bir yerde yalnız başına korkardı. Onu yalnız bırakmamalıydık. Soğuktan korumalıydık.

Bebek değil o, dedi mantıklı tarafım. Ben kaybettiği annesinin rolünü üstlenerek onu korumaya çalışıyordum. Abartıyordum ama o orada öylece donuk bir ten, olması gerekenden solgun pembe dudaklarla cansız bir şekilde yatıyorken kimse beni bu nedenle sorgulayamazdı. 

"Üşüyor..."

Fısıldadım. Söylemek istediğim şeyin bu olduğunu düşünmüyordum. Böyle bir şeyi aklımdan geçirmemiştim ama dilim dönerek bu sözcüğü söylememi sağlamıştı. 

"Çok üşüyor..."

Başlamıştım, durduramıyordum ve devamı gelecek gibi gözüküyordu.

"Üşür o..."

Sessizlik. 

"Biz hep üşüyoruz."

Büyükanne Gracie yanıma doğru yürüyor. 

"Üşümesin!"

Hıçkırıklarım, gözyaşlarıma karıştı ve ben bunların arasında boğuldum.

"Lütfen, üşümesin."

"Kim, sakin o..."

"Ben zaten sakinim!"

Annem yanıma gelerek sırtımı sıvazladı. Neden delirmişim gibi davranıyorlardı?

"Bir de sen delirip başımıza başka dertler açma."

Büyükanne Gracie'nin sessiz mırıltısı, beni kendime getirdi. Kimdim ki ben? Ne hakkım vardı buna? Yalnızca Kimberly idim ben. Sam değildim. Onun hakkı olan şeyleri yapmaya hakkım yoktu

Silkelenip toparlandım. Yerden kalkıp bekleme koltuklarından birinin ucuna oturdum. Tik tak, tik tak... İçimde bir saat oluşturmuş, onun akrep ve yelkovanıyla oynuyordum. 

Kısa bir süre sonra, Sam'in sevimli doktoru, sevimli olmayan bir yüz ifadesiyle yanımızda belirdi.

"Sonuç?"dedi Ryan Amcam boğuk bir sesle. Parmak boğumlarıyla oynuyordu.

"Üzgünüm, başaramadı."

Neyi başaramamıştı? Hayatta kalmayı mı?

Büyükannemin hüzünlü bağırışı ve yere çöküşü, annemin elini omzuna koyup ağlayarak onu teselli etmeye çalışması... Hepsi izlemekten zevk almadığım bir film gibiydi.

Ryan Amcam bir süre doktora baktı. Patricia onu kolundan tutup geri çekerken itiraz etmedi. Bir robot gibiydi... Ya da daha iyi bir benzetme gerekirse Sam ile sahip olduğumuz oyuncak bebeklere benziyordu. Ne yaptırırsan, onu yapıyordu. Bir yerden destek olmayı bıraktığında da yere yığılıyordu.

Fark edilmedim bile.

O kargaşada herkes birbirini teselli etmeye çalışırken benim birilerine ihtiyacı olduğu anlaşılmadı bile. Ağlayamıyordum, bu da boğazımı feci derecede acıtıyordu. Gözlerim yanıyordu. Ağlayacağımı biliyordum, ama bunun şimdi gerçekleşmesini istemiyordum. Çünkü beni teselli edebilecek kimse yoktu.

Hastanenin içindeki havanın ciğerlerim için yeterli olmadığını anladığımda, kendimi bahçeye attım. Rengarenkti. Sanki Sam az önce girdiği bir savaşı kaybetmemiş gibi... Her tarafta renkli çiçeklerin olması beynimi bir balyozla kırıyor gibiydi. Hepsini yolmak istiyordum.

Doğaya aşık bir kız ölmüştü, doğa en azından saygı duyup yas tutuyor olmalıydı. Ama s**tiğimin doğası çeşitli renklere bürünmüş, adeta bana gülücükler atıyordu.

Çiçeklerden nefret ediyordum.

Bulduğum ilk boş banka oturup gözyaşlarımın bir kısmını yeryüzüne akıttım. Açık havadayken, Tanrı'ya daha yakınmışım gibi hissediyordum. Beni O teselli edebilirdi.

Kafamı ellerimin arasına aldım. Ağladım, ağladım, ağladım. Kimse duymadı. Yalnız ağladım. Bugün bir kardeş kaybetmiştim. Kaybıma ağladım, onun melek yüzüne ağladım, yaşayamadığı hayata ağladım ve hayata olan nefretimi gözyaşlarımla kustum...

O Sen Olmalıydın Hakkında Her şeyTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang