1

733 81 136
                                    

NOT: Kendinizi bulduğunuz ya da ruhunuzun en derin yerlerinde hissettiğiniz paragraflara bir A harfi bırakır mısınız?

Yorgun Amora,
Kırgın Amora,
Yara bantları eskiyen Amora,
Yaraları kabuk bağlayan ama asla iyileşmeyen Amora,
kimsin sen?

1.

Zaman.
Durmaksızın akıyor.

Bir elimde kalem, diğer elim kucağımdaki kağıtta, kulağımda müzik. Otobüs tıkış tıkış, ben ise karşımda oturan küçük, kahverengi gözlere ve saçlara sahip tombul yanaklı kızı resmediyordum. Kağıdı kirletmeyi seviyordum ben resim çizmekten çok ve benim elimdeki kağıt kirliydi artık. Bir çocuğun silüetini çizerek kirletmiştim. Masum bir kirdi bu. Kirin masumu olması saçmaydı.

Gözlerim kızda takılı kaldığında zeytin gibi gözleri gözlerimdeydi. Başımı sola eğdim, bakışlarım dönüyordu istemsizce. Kafam da dönüyordu. Yerinde durmaksızın, düşüncelerim dönüyordu. Bilmiyorum, belki de otobüs sallıyordu sadece.

Kızın gözlerinin önüne kırışık ve beyaz bir el kapandığında dikkatli bakışlarımı elin sahibine çevirdim. Tahminen ellili yaşlarının sonundaki teyze kaşlarını çatarak ve bir tutam endişeyle de bana bakıyordu. Gözlerimi ondan çekmedim, en sonunda çeken ve otobüsten torunu olarak tahmin ettiğim küçük kızla hızlıca indi.

Çizimim yarım kaldı.

Kulaklığımdaki şarkıyı değiştirdim.

Kağıdın arkasını çevirdim, kafamı kaldırıp karşıma yeni oturan kişiye baktım. Koyu renk saçlı ve ela, hafif çekik gözlü, benim yaşlarımda bir çocuktu. Kulaklarında benim gibi kulaklık vardı. Sırt çantası kucağında, bakışları solunda, camdan dışarıdaydı. Yeni bir kağıdı kirletmek üzere kalemimi hazırladım ve beklenmedik bir anda kalemim yere düştü, ucu kırıldı. Yere eğilip onu yerden aldım. Yanıma ne yeni bir kalem almıştım ne de kalemtıraş. Kağıda baktım, karşımdaki çocuğa baktım. Kağıda baktım, tekrar çocuğa baktım. Kağıda yeniden baktığımda gözlerim kağıtta onu görüyordu adeta. Başımı eğip çocuğa baktım. Dikkatini çekmiş olacağım ki o da bana döndü. Önceden yerinde oturan teyze gibi ne kaşlarını çattı ne de otobüsten indi. Benim gibi başını yana eğip benim onu incelediğim gibi beni incelemeye başladı.

Bu, beklenmedik bir şeydi.

Beklenmedik şeyler zarar verirdi.

Beklenmedik şeyler bana çok zarar verirdi.

Eğer bakışlarımı ondan ayırırsam bu da beklenmedik bir şey olurdu ve bu da bana zarar verebilirdi.

Baktım ona.

Baktı bana.

Kaşlarını kaldırdı bana.

Kaşlarımı kaldırdım ona.

İndirince kaşlarını, indirdim.

Ela gözleri değdikçe kahverengi gözlerime, bir şeyler tanıdık geldi, zaman durmadı.

Zaman.

Durmaksızın akıyor.

Başımı diğer tarafa eğdim.

Başını diğer tarafa eğdi.

Otobüs ani bir frenle durağın biraz ilerisinde durmasıyla kapının önüne yığılan insanlar geriye yalpaladı ve bakışmamız ilk defa kesildi. Bir şeyler söylüyorlardı dudakları kıpırdıyordu çünkü, şöfore sövüyor olmalılardı. Otobüs kapısı açıldı ve önümdeki insan seli gitgide azaldı ve yerini boşluğa bıraktığı sırada onu yerinde göremedim.

Bilmiyorum, belki de her şeyi ben uydurmuştum.

Belki de zeytin gözlü küçük kız ve büyükannesini de ben uydurmuştum.

Otobüsten inme vaktim geldiğinde kağıdı ve ucu kırık kalemi sırt çantama atıp ayağa kalktım. Beklenmeyen çocuğun kalktığı yer hâlâ boştu. Kimse yerine oturmamıştı.  Otobüs durağa doğru ilerlemeye devam ederken ilerledim ve beklenmeyenin yerine oturdum, burdan kalktığım yerin nasıl göründüğüne baktım. Sonra onun yerinden de kalkıp otobüsten indim.

Sayamadığım yüzlerce kar, bereme, montuma, atkıma takılı kalıyordu. Karın altında yürürken botlarımla bale yapmaya çalışıyordum ama kendi bale ayakkabılarımsız olmuyordu. Kısa baleli yürüyüşün ardından donmaya yüz tutan denizin önüne geldim ve soğuğu içime derince çektim.

Atkımı, beremi, montumu ve botumu çıkarıp yakındaki bir bankın üzerine koydum. Eşofmanımı ve kazağımı da çıkarıp bale kıyafetimle kaldım. Çantamdan bale ayakkabılarımı çıkarıp yer yer moraran ayaklarıma geçirmeye başladım.

Hava soğuktu; ben daha soğuk.

Ardından parmaklarımın ucuna yükselip sessizliğin senfonisinde karla kaplı bir sahneye çıktım. Bıraktım ruhumu soğuğa sarılsın diye. Bıraktım aklımı beyaz olan her şeye kansın diye. Bıraktım benliğimi, sessizlikte bağırabilsin diye. Soğuk bedenime bir bıçak gibi indiği anlarda, sıcak ruhumu yakıyordu. Yanıkların üzerini soğuk bir deri örtüyordu. Ama kar, yangını dindiremiyordu.

Sen
Hey sen,
Görüyor musun yanıklarımı?
Dokunabiliyor musun onlara?

Sen, sen!
Gölgelerin içinde bale yapıyorum,
Parmaklarımın ucunda gökyüzünden sarkan iplere yükseliyorum.
Görebiliyor musun ipleri? Peki ya gölgeleri?

Amora diyorlar bana,
Deliymişim gibi izliyorlar beni,
Söylesene, söylesene sen!
Gölgelerle dans ediyorum diye mi deli diyorlar bana?
Yaralarımın olduğunu söylüyorlar,
Duydun mu sen de?
Konuşuyorlar, konuşuyorlar, hakkımda.
Susmadan, hakkımda konuşuyorlar.
Korkuyorlar benden,
Kaçıyorlar benden.
Oysa ben sadece,
İnsanları izliyorum, sessizce.
Oysa ben sadece
Bale yapıyorum, parmak uçlarımda göğe yükseliyorum.
Oysa ben sadece,
Yaralarımı sarmaya çalışıyorum.

Amora diyorlar bana,
Ölümü fısıldar gibi.

amora'nın son gecesiWhere stories live. Discover now