6

229 47 33
                                    

NOT: Kendinizi bulduğunuz ya da ruhunuzun en derin yerlerinde hissettiğiniz paragraflara bir A harfi bırakır mısınız?

Bir zamanlar, uzak diyarların prensinin güzel mi güzel bir kadını varmış,

onu delicesine sevip her şeyden üstün tutarmış,

narin dudaklarına dudaklarını sürmeye,

ipek saçlarına parmaklarını kondurmaya,

keskin ve güzel gözlerine bakmaya dahi korkarmış.

Yani kadın sadece öyle sanırmış.

6.

"Kalkmazsan ağzımı bozacağım," diye söylendiğimde burnundan güldüğünü fark ettim. Ardından hareketlenip yanımdan kalktı.

"Beni dinlediğin için teşekkür ederim." Yüzüne bakmak için başımı yukarı kaldırdım. 

"Im..." diye düşünceli bir ses çıkardım. "Ne demiştin? Yıldızlar mı fısıldamıştı?" diyerek onu umursamadığımı dile getirip sesli bir kahkaha attım. "Aptallardan birisin sadece." Başımı karşıya çevirip bacaklarımı bağdaş kurdum. Uzun bir sessizlik olmadan önce dikkat etmediğim bir fısıltı işittim. Ancak o fısıltı bir kulağımdan girip diğerinden çıktığı için ne dediğini anlamadım. Adımlar giderek uzaklaşıp ardından yok olduğunda kendimle kaldım. Tamamen doğan güneşin önünde biraz daha oturduktan sonra ayağa kalktım, rastgele konumlandırılmış rengi kaçan koltuğa kendimi atıp gözlerimi kapattım. 

Sonra bir ses duydum.

Bir müzik.

Ve bu müzik bana çok tanıdık geliyordu ama o tanıdıklık hissi sislerin içinde gibiydi. Gözlerimi açıp koltukta doğruldum. Ses, eski, ahşap ve yer yer kırık kapının tarafından geliyordu. Kaşlarımı çattım. Ayağa kalktım ve temkinli adımlarla yürümeye başladım. Sanki attığım her adımda müzik daha da şiddetleniyordu. Klasik bir müzikti. Beethoven olmalıydı. Bu müzikle daha önce dans etmiş gibi hissediyordum; ama zihnimin puslar içinde kalan kısmı, bu görüntüyü yakalayıp önüme seremiyor, bana hatırlatamıyordu. Bedenim benim kontrolüm dışında müziğin geldiği yöne yaklaşıyordu. 

Açık olan ahşap kapının önündekini görünce duraksadım. Bakmak için eğildim ve aniden önümde bir sahne canlandı.

Perde açıldı.

Bir kumsaldayım, üzerimde mayoyla bacaklarımı doksan dereceyle açmış ve kollarımı oval şekilde başımın üzerinde birleştirmişim. Klasik bir bale pozisyonundayım. Başlamak için hazırlanıyorum muhtemelen. Ve uzaktan beni izleyen, yüzü karanlıklar içinde kalmış bir beden. Onu görmüyor, duymuyorum. O ise hipnoz olmuş gibi beni izliyor, hiçbir hareketimi kaçırmaksızın. Bu bir sanrı değildi. 

Bu, karşımda duran bir tabloydu.

Bu sahne, boya ve fırçayla can bulmuştu. 

Küçük bir zarf fark ettim tablonun yanında. Elime alıp zarfı açtığımda beyaz kağıda siyah kalemle yazılan güzel bir yazı dikkatimi çekti.

Duvarlara tırnaklarını geçirerek ayağa kalk, damarların patlayana kadar sık bedenini. Güçlü ol. 

Kendini bul.

Resital, başlıyor.

Kağıttan başımı kaldırıp tabloya çevirdim hiçbir şeye anlam veremeyen bakışlarımı. Duraksadım. Bu boktan his de neydi?

Yeni fark ettiğim Mp3 Çalar'dan gelen müziği kapattım, tabloyu kapıp elimdeki notla koşar adımlarla sokağa çıktım. Tüm bunları, beklenmeyen o aptal çocuk bırakmış olmalıydı. Benimle alay etmeye, oyun oynamaya çalışıyordu. Deli Amora'yla eğlenmek istiyordu.  Çünkü şerefe sahip olmayan bazı insanlar, delilerle dalga geçerek tatmin oluyorlardı. 

Başımı önce sağa, sonra yana yatırıp kütlemesini sağlayıp koşabildiğim kadar hızlı adımlarla koştum. Onu bulduğumda gökyüzünü izleyerek yürüyordu. "Hey sen! Bekle!" Beni duyar duymaz kalakaldı ama bana dönmedi. Ona doğru sık adımlarla yürüdüm. Onu kolundan tuttuğum gibi kendime çevirdim. Elimdekileri gözünün önünde sallayarak "Bunlar ne?" diye tısladım. Sarı sokak lambasının vurduğu yüzünde hiçbir ifade olmaksızın bir elimdekilere bir bana baktı. "Oyun mu oynuyorsun aptal? Amacın ne senin?" Sesim istemsizce yüksek çıkıyordu. "Ah Amora..." diye mırıldandı, saçma sapan bir şekilde gülümseyip gözlerime bakarak. "Resital, başlıyor."

Yakasına yapışıp kendime çektim. "Başlatma ulan resitaline. Bu tablo, bu müzik ne, ne yapmaya çalışıyorsun, söyle!" Soğuk nefesi, sakin kalmaya çabalayıp ısınan yüzüme vuruyordu. Gülümsemeye devam ettiğinde yakasını bırakıp alaylı bir kahkaha attım. "Amacını söyleyeyim mi," ona baktım, "sen kendine oyun oynayacak bir şeyler arıyordun ve sokaktaki tüm dedikoduları benim olduğum o salak insanlardan beni duydun." Ellerimi havaya kaldırıp kendimi gösterdim. "Ta da! Oyuncak Deli Amora! Ama yok öyle bir dünya. O oyunu alır, senin kıçına öyle bir sokarım ki..." Aniden boşluğuma gelerek beni kolumdan tutup kendine çekti ve eliyle ağzımı kapattı. Gözlerini gözlerime dikti.

"Amacımı sordun ya, Amora," diğer elinin işaret parmağıyla şakaklarıma iki kez vurdu. "Şuradakileri geri getirmek. O geceyi değil, kendimi geri getirmek." Burnunu yanağıma değdirdi. "Ve vuslata ermek..."

Ve o an, gözlerine tam olarak bakıp onu gördüğüm an, tanıdım.

amora'nın son gecesiWhere stories live. Discover now