2

431 67 40
                                    

NOT: Kendinizi bulduğunuz ya da ruhunuzun en derin yerlerinde hissettiğiniz paragraflara bir A harfi bırakır mısınız?


Ah Amora,
elleri nasırlı Amora,
Tırnakları paramparça Amora,
Kirpiklerinden intihar ipleri asılı Amora,
Yaralı Amora,
Deli Amora.

2.


Sert bir rüzgar esti, saçlarım dağıldı suratıma doğru. Gara ilerleyen bir trenin rüzgarıydı bu. Kardan, yağmurdan dolayı bataklığa dönüşen çimenlik yerde botlarımı inceleyerek boş boş yürüyordum. Aslında boş yürümüyordum. Düşüncelerim benimleydi.

Hey, bağcıklarım renk mi değiştiriyordu?
Sağ ayağımdakinin rengi mavi olmuştu.
Aa! Şimdi de turuncu olmuştu!

Tren sesi dikkatimi dağıttığında gara doğru döndüm. Tren, ilerlemek için hazırlanıyordu. Önce raylara, sonra trene baktım. O an sadece çılgın bir şey yapmak istiyordum. Sebepleri ve sonuçları umurumda olmadan   içimden geçen şeyi yapmak istiyordum.

Sırt çantamı yere attım ve raylara hızlıca uzandım. Soğuk raylar, iliklerime işliyordu adeta. Kalbim ağzımda atıyordu ama dudaklarımda fütursuzca bir gülümseme vardı.

Fütursuzluk, Amora'yı, ah, "deli" Amora'yı tanımlıyordu.

Tren ilerlemeye başladığında ben tam da hızlandığı bölgeye uzanmıştım. Trenin raylarda bıraktığı titreşimler bedenimi de titretiyordu. Bu duygu, müthişti.

Gözlerimi karanlık gökyüzüne diktim. Saat daha sabahın ilk sularıydı ve gökyüzü buradan, tam buradan harika görünüyordu. Birazdan da üzerimden bir tren geçecekti. Hatta birkaç saniye içinde.
Tren geliyordu, ilerliyordu bana doğru. Gülümsemem genişledi, kalp atışlarım şâha kalktı. Tek bir hareketimde bir yerlerimin kopabilmesi ihtimali çılgıncaydı. Ve çok güzeldi. 

Gökyüzünün yerini, trenin tabanı aldığında sanki elimi uzatsam treni tutup durdurabilecek güçte hissediyordum kendimi. Tren, rayları delicesine titreterek ilerliyordu. Kaçıncı vagondu bu üzerimden geçen?
İstemsice dudaklarımdan bir kahkaha koptu. Şu an hayat, sadece benim için var gibiydi.

Son vagon da geçip gittiği sırada gökyüzüne tekrar kavuştum ve sanki gökyüzü bu sefer daha bir güzeldi. Bulutları tutup kendime çekmek ve sarılmak istedim.

"Hey! Sen!" Gür bir ses hoşnutluğumu böldüğü sırada yattığım yerde umursamazca doğruldum. "Ne yaptığını sanıyorsun, seni veled!" Lacivert şapkalı ve giyinimli, güvenlik görevlisi olarak tahmin ettiğim kişi bana doğru hızlı adımlarla yürüyordu. Ayağa kalkarken sesli bir kahkaha patlattım. "Uzanayım dedim şuraya ya, yorulmuşum be babalık." Orta yaşlardaki adam kaşlarını çattı ve adımlarını sıklaştırdığı sırada ben de ona bakarak geri geri yürümeye başladım. "Terbiyesiz, ahlaksız!" Esaslı, şuh bir kahkaha kaçtı dudaklarımın arasından. O bana doğru koştuğunda ben de sırt çantamı kapıp kaçmaya başladım.
"Ahlakını kıçına sok babalık!" Artık terbiyesiz olan sadece ben değildim, babalık da küfürler saydırmaya başlamıştı. Elimde çantam, savrula savrula, kahkaha ata ata koşuyordum. "Hadi be babalık! Sigaradan ciğerler bitmiş galiba. Yetişemiyorsun bak ahlaksız kıza!"

Adam burnundan soluyordu ve suratı kıpkırmızıydı. Kahkahalarıma engel olamıyordum. "Seni bir elime geçireyim var ya, o zaman göreceksin sen babalığı!"

Koşarken ona doğru dönüp dudaklarıma tatlı olduğunu düşündüğüm bir gülümseme kondurdum ve ona orta parmağımı gösterdim. Ardından, arkamdan gelen küfürleri umursamadan kahkahalarla, kollarımı açarak koşmaya devam ettim.

Ah deli Amora ah,
Terbiyesiz Amora,
Ahlaksız kız Amora!

Ne kadar koştum, bilmiyorum.
Ne kadar güldüm, bilmiyorum.
Sadece bacaklarım iflas edene dek koştum, onu biliyorum. Durdum ve meydandaki banklardan birine oturdum. İyice hava aydınlandığı için parkta birkaç çocuk oyun oynuyordu, aileleri ise ya onları sakıncakta sallıyordu ya da bankta onları izliyordu. Bir kağıt ile bir kalem çıkardım çantamdan. İlk birkaç dakika etrafımı izledim sadece. Kimse beni fark etmedi, bakmadı bana.

Bu güzeldi.

Yan tarafımdaki bankta oturan beyaz bereli, kısa sarı saçlı, yaşlı teyzeye takıldı gözlerim. Dudaklarındaki sevgi dolu gülümsemesiyle oyun oynayan çocukları izliyordu. Ardından çocuklara döndüm. Bir erkek bir kız kaydırakta kayıyor, iki kız da salıncakta sallanıyordu. Diğer iki erkek çocuğu da etrafta boş boş koşuşturuyordu.

O çocuklardan birine takıldı gözlerim bu sefer.

Çocuğun parmaklarından damlayan kan, arnavut kaldırımlarında şekiller bırakıyordu ama o hala koşuyordu. Çocuğun eline tekrar baktığımda kanın orada olmadığı gördüm. Başımı yana eğip inceledim bir süre çocuğu, elimde kalemi döndürürken. Ardından beyaz bereli teyzeye döndüm.

Orada yoktu.

Kalemimle önümdeki kağıda bir çizik atarak onu kirlettim. Salıncakta sallanan, kırmızı montlu, uzun ve kahverengi örgülü saçlı kızı çizecektim.

Önce yüz kalıbını çizdim, ardından gözlerini, dudaklarını çizdim. Uzun saçları yerine, kısa saç çizmek istedim. Salıncak yerine oturduğu bir koltuk çizdim. Bankların olduğu yere ise tavandan inen kalın bir ip çizdim. Kaydırağın olduğu yere eski, tüplü bir televizyon ile içinde oynayan Tom ve Jerry çizgi filmini çizdim.

Yere arnavut taşları yerine, kan çizdim.

Kan, küçük kızın ayaklarını kırmızıya boyamıştı.

Kızın saçları, hiç taranmamış gibiydi.

Kızın gözleri, hiç gerçekten görmemiş gibiydi.

Kızın dudaklarına, hiç su değmemiş gibiydi.

Çizdiğim resimden başımı kaldırıp salıncakta sallanan kıza baktım.

O, küçük bir kız değildi.

amora'nın son gecesiWhere stories live. Discover now