onuncu antidepresan

2K 204 183
                                    

Final çok yakın. Ağladım ağlayacağım zaten çok duygusalım ve doğum günümdü dün... hastayım bir de... diyeceklerim bu kadar...

🌺

"Bir hayat kazandım, Gizel. Başına gelen en güzel şeydi. Bana seni getirdi."

Kaç yıl geçerse geçsin aradan, daima hatırlayacağım cümleydi bu.

İçimde, dışarı çıkmak için kendi etrafıma ördüğüm duvarlarımı yumruklayan bir kız çocuğu vardı. Onu o kadar uzun süre boyunca susturmuştum ki bir süre sonra o konuşamaz, ben duyamaz olmuştum. Tam yok olduğuna kesin olarak inanmaya başlamıştım ki, telefonum çalmaya başladı.

Şu kısacık sürede ruhuma bu kadar hissi ektiğine, o kız çocuğunun yaralı dizlerine üflediğine inanamıyordum.

Dev ekrana yansıyan Titanik'in batışıydı. Az sonra Jack ölecek, Rose bir tahtanın üstünde bir ölü olarak uzanmaya başlayacaktı ama yaşayacaktı işte, çünkü söz vermişti. Bazen yaşamak, ölmekten çok daha zor oluyordu.

"Sen sıcak yatağında yaşlı bir kadın olarak öleceksin, Rose. Şimdi değil. Burada değil. Bana söz ver!"

"Sen olsan ölmeyi mi seçerdin yoksa yaşar mıydın?" diye sordu bir anda. Yanağımı göğsüne yaslamış hâlde olduğum için onu asla göremiyordum ama yine de gözlerimi kaldırıp yukarıya baktım.

"Bence yaşamak daha zor ama ben olsaydım, Rose'nin aksine koca götümü biraz daha kendime çekip Jack'i de kurtarırdım ve evlenirdik."

İlk birkaç saniye boyunca dursa da, ardından kahkaha atmaya başladı. Film bittiğinde ayaklandık, kalkarken ona bakamadım çünkü her ne olmuş olursa olsun utanıyordum. Utanmak... Ne zaman tatmıştım en son bu duyguyu?

Ayrıca, anlattıklarına göre o, yoksul bir adamdı. Benim için bir sinema salonunu kapattırması beni gücendirmişti.

"Hiç uçurtma uçurdun mu?" diye sordu yanımdan yürürken.

Durdum. "Hayır."

"Ben de öyle düşünmüştüm... Abi siz zenginler gerçekten yaşıyor musunuz ya?"

Kaşlarımı çatıp, istemsizce ona döndüm. "Biz zengin değiliz."

Bu dediğimi asla takmadı ve bir anda elimi tutup, benimle birlikte koşmaya başladı. Aniden çekişirmesiyle yalpalayan bedenim, iki saniye içerisinde ona ayak uydurdu ve nedensizce koşmaya başladık. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama... Onunla koşmak, gerçekten çok güzeldi.

En sonunda durduğumuzda, dağlık bir alandaydık ama bu kadar koşmuş olamazdık, muhtemelen en fazla bir parkın arka tarafı falandı burası. Ellerimi dizlerime dayayıp soluklanarak etrafa bakındım. Çimenlik alan inanılmaz derecede uçsuz bucaksız görünüyordu. O kadar güzeldi ki.

"Yakınlarda bir dede var, hep uçurtma satar. Bekle, geliyorum."

Yere çöküp, bağdaş kurarak oturdum ve yüzümü avuç içime yaslayarak onu izlemeye başladım. Önce yaşlı adamla muhabbet etti, gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmamıştı bu süre boyunca. Kalbimin teklemesine engel olamadım o an. Öyle güzel gülüyordu ki.

kırmızı nilüfer Where stories live. Discover now