4

502 46 4
                                    

Eve gidecek durumda değilim, diye düşündüm, eve gidip de kadınlar ve kurmaca konusundaki incelemeye, ciddi bir katkı olsun diye kadınların bedenlerinin erkeklere oranla daha az tüylü olduğunu ya da Büyük Okyanus'taki adalarda yaşayan yerlilerde ergenlik yaşının dokuz –yoksa doksan mıydı?– olduğunu ekleyecek değilim, dikkatim dağıldığı için elyazım bile okunmaz hale gelmişti. Bütün sabah uğraştıktan sonra elimde daha hacimli ya da daha kayda değer bir şey bulunmaması utanç vericiydi. Ve eğer K'ye (kısaltma olsun diye K harfini kullanıyorum) dair geçmiş zamandaki hakikati elde edemeyeceksem, ne diye gelecekteki K ile uğraşacaktım ki? Kadın ve kadının neyin üzerinde olursa olsun –politika, çocuklar, ücretler, ahlak– etkisi konusunda uzmanlaşan sayıca çok ve bilgili bütün beyefendilerin görüşünü almak zaman kaybı gibi geliyordu bana. Yazdıkları kitapların kapaklarını açmasam da olurdu.

                Ama böyle düşünüp dururken, tıpkı masa komşum gibi bir sonuç çıkarıp yazacağıma, kayıtsız, umarsız durumdayken, farkına varmadan resim çizmiştim. Defterime, bir surat, bir beden çizmiştim. Bu, Dişi Cinsin Zihinsel, Ahlaksal ve Bedensel Düşüklüğü adındaki devasa kitabı yazmakta olan Profesör X'in yüzü ve bedeniydi. Kadınların çekici bulacağı bir erkek olarak çizmemiştim onu. İri yarıydı; sarkık bir gerdanı vardı; bunu telafi etmek istercesine gözleri küçücüktü; suratı kıpkırmızıydı. Yüzündeki ifadeye bakanlar, yazarken zehirli bir böceği öldürürcesine kalemini kâğıda batırmasına yol açan bir duyguya kapılarak çalıştığını, ama öldürmüş olsa bile bunun onu tatmin etmediğini sanabilirlerdi; öldürmeye devam etmeliydi; öyleyken bile öfkelenmesi ve sinirlenmesi için bir neden kalırdı geride. Yaptığım resme bakarak, karısına mı kızmıştı, diye sordum kendime, süvari sınıfından bir subaya mı âşıktı kadın? Bu subay uzun boylu, şık ve astragan paltolu muydu? Freud'un savını kullanmak gerekirse, beşikteyken güzel bir kız alay mı etmişti onunla? Çünkü profesör, beşikteyken bile şirin bir çocuk değildi herhalde, diye düşündüm. Nedeni ne olursa olsun benim resmimde profesör, Dişi Cinsin Zihinsel, Ahlaksal ve Bedensel Düşüklüğü hakkındaki önemli kitabını yazarken çok öfkeli ve çok çirkin görünüyordu. Resim yapmak, boşa harcanan bir sabahın işini tamamlamanın tembelce bir yoluydu. Ama yüzeyin altındaki hakikat bazen aylaklık anlarında, düşlerimizde üste çıkar. Not defterime göz atınca, basit bir psikolojik akıl yürütme, psikanalistin adını vermeyeyim, öfkeli profesörün resminin öfke içinde yapılmış olduğunu gösterdi bana. Ben hayaller kurarken öfke kalemimi eline geçirmişti. Ama burada öfkenin ne işi vardı? İlgi, akıl karışıklığı, eğlence, can sıkıntısı – sabah boyunca birbirinin peşi sıra gelen bütün bu duyguları izleyip adlarını söyleyebilirdim. O kara yılan öfke de onların arasına mı gizlenmişti? Evet dedi, çizdiğim resim, öfke gizlenmişti. İblisi kışkırtan o kitabı, o cümleyi işaret etmişti bana. Kalbim hızla çarpmıştı. Yanaklarım alev alev olmuştu. İçimi öfke doldurmuştu. Ne kadar saçma olsa da bunun tuhaf bir tarafı yoktu. Doğal olarak, küçük bir adamdan daha aşağıda olduğunun söylenmesinden kimse hoşlanmaz –yanımdaki öğrenciye baktım– derin soluklar alıyor, el yapımı olmayan bir kravat takıyordu, suratında iki haftalık sakal vardı. İnsan bazen saçma sapan kibre kapılır. İnsan yaradılışı bu, diye düşündüm, öfkeli profesörün suratının üzerine araba tekerlekleri ve daireler çizmeye başladım, sonunda adamın suratı yanan bir çalılığa ya da parlak bir kuyrukluyıldıza benzedi – her neyse, insana hiç benzemeyen bir nesneye dönüştü. Profesör şimdi Hampstead Heath'in tepesinde yanan bir çalı çırpı yığınından başka bir şey değildi. Çok geçmeden benim öfkem dindi, geçti gitti; ama geriye merak kaldı. Profesörlerin öfkesi nasıl açıklanabilirdi? Neden öfkeliydiler? Çünkü bu kitapların bıraktığı izlenimi çözümlemeye kalkışınca işin içinde hep bir ısı faktörü olurdu. Bu ısı çeşitli şekiller alırdı; kendini yergide, duygularda, merakta, kınamada gösterirdi. Ama bir başka faktör daha vardı ki o da çoğunlukla mevcuttu ve hemen teşhis edilemiyordu. Ben ona öfke diyordum. Ama bu yeraltına girmiş olan bir öfkeydi, her türlü başka duyguyla karışmıştı. Tuhaf etkilerine bakarsak kılık değiştirmiş ve karmaşık bir öfkeydi bu, basit ve açık bir öfke değil.

Kendine Ait Bir OdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin