Göğün ve yerin Yaradanı her şeye kadir Peder, Yüce Tanrı'dır.

192 15 14
                                    

5 ay önce

Derin bir nefes alıp verdim ve yatakta sırtüstü döndüm. Kalın bej perdelerin arasındaki boşluktan gözüken gri gökyüzünü izleyerek, sol tarafımda uyumakta olan adama bakma cesaretini toplamaya çalıştım. Gözlerim gökyüzünün üzerinden zamanla krem rengine dönmüş alçıya ve oradan da solgun duvarlara bir yol çizerek yavaşça soluma doğru kaydı. Beyaz yatak örtülerine baktım. Bu tarz yerler hep beyaz yatak örtüsü kullanırdı. Beyaz, yüksek derecelerde yıkanırken bir renk solması yaşanmaması için tercih ediliyordu. Ve şimdi bunu düşünme zamanı değildi. Neden sürekli böyle saçma şeyler düşünüyordum?

Bu konu beni hep rahatsız ederdi. Bu yüzden üstünde durmamak için kafamı hızla sola çevirdim. Ve onun güzel suratıyla karşılaştım.

Alnına dağılmış sarı saçları, kapalı göz kapaklarından dökülen kirpikleri, heykel gibi burnu ve dudaklarını çevreleyen kirli sakalıyla o, güne güzel bir görüntüyle başlamam için iyi bir malzemeydi. Şekline bayıldığım bu dudaklar, henüz güneş doğmamışken benim üstümdelerdi.

Yine de ona baktığımda hissettiğim şey içimden geçtiği yerleri ısıtarak dolup taşan duygular değil, ondan bana ulaşarak bahsettiğim duygular daha ortaya çıkamadan onları öldüren soğukluk oluyordu. Beni sıcak duygularla sevmediğini her zaman biliyordum. Beni daha çok, ateşli duygularla seviyordu. Ya da belki de hiçbir türlü sevdiği şey ben değildim, sadece alt tarafına hissettirdiğim şeylerdi.

Bakışlarımı yüzü, boynu ve omuzları arasında dolaştırarak onu biraz daha izledim. Onu neden izlediğimi bilmiyordum; ama ne zaman ondan erken uyansam bunu yapıyordum. Yüzü bana hiçbir şey düşündürmüyordu ya da o kadar çok şey düşündürüyordu ki hiçbirini yakalayamayıp bir şey düşünmediğimi sanıyordum. Cevabı henüz bulamamıştım ve bu bilinmezlik beni onda tutan başka bir nedendi.

Sonunda sıkılıp kafamı tekrar eski haline döndürdüm. Şimdi ne yapacaktım? Eve mi gitseydim? En iyisi odayı havalandırmak için bir cam açmaktı. Belki de psikolojikti ama etrafımı karbondioksit gazı istila etmiş gibi hissediyordum.

Sağ elimin avucunu yatağa bastırdım ve fazla hareketlilik yaratmamaya çalışarak -nedense onun hemen uyanmasını istemiyordum- kalçamın üstünde doğruldum. Bu işi bu kadar kolay yapmam aklıma onun yatakta ne kadar nazik olduğunu getirdi. Her zaman elinden geldiğince yumuşak davranırdı. Dokunuşlarının tenimin üstünden yumuşakça kayıp geçmesini seviyordum. Beni sıkıntılı düşüncelerimin yarattığı gölün içinden bu dokunuşlarla çekip çıkarıyordu. İşi bittiğinde o gölün içerisine geri düşüyordum; ama bu onun sorumluluğunda değildi. Bana cennetten kopan kısa anlar vaad etmek dışında yapması gereken bir şey yoktu.

Yataktan sarkıttığım ayaklarım soğuk parkeye değdi. Çıplak tenime hücum eden soğuğa karşı geri yatıp ona sokularak ısınma isteğimi bastırdım ve cesur olmaya çalışarak ayağa kalktım. Gözlerim hızla iç çamaşırlarımı aradı. Külotumu yatağın benden taraftaki ucunda, sütyenimiyse onun tarafında parkenin üzerinde buldum. Kopçalarımı takarken biraz önce dışarıyı izlediğim cama adımladım. Perdeleri iki yana açarak karşıdaki binaları ve aşağıdaki yolu meydana çıkardım, yine de bu gri gökyüzünden içeriye ışık girmesine yetmedi. Camı açtım ve geri kavururken anında vücuduma çarpan soğuk havayla hücrelerim hareketlendi. Soğuğu işte bu yüzden seviyordum, bana yaşadığımı hissettiriyordu.

"Günaydın, Odessa."

Arkamı döndüğümde onu sol elinin ayasını aynı taraftaki gözüne bastırırken buldum. Mavi gözleri öylesine bir yere bakıyordu ve dudakları yeni uyandığını haber verircesine sarkıktı. Gözlerini açar açmaz bana günaydın diyecek kadar tatlı olmasına gülümsedim. İnsanların bana karşı yaptıkları küçük kibar hareketlerle değerli hissetmeye çalışacak kadar düştüğüm fikri zihnimin gerilerinde ince bir ışık gibi belirdi. Hızla bu gerçeği göz ardı etmeye karar verdim.

"Günaydın, Luke." Ayaklarımı sürüyerek yatağa yürüdüm. Ucuna oturup bir bacağımı yatağın üstüne çektim ve sağ avucumla yataktan destek alarak hafifçe ona doğru eğildim. Gözleri beni bulduğunda gülümsedi. Çirkin görünüyordu.

Luke bazen birlikte olabileceğim en güzel insanmış gibi olurdu, bazense kendisinden öncekiler kadar çirkin. Başta onu yakışıklı ya da çirkin görmem arasında bir denge tutturmaya çalışırdım. Ama sonra anlamıştım, onun olayı buydu.

Solundaki komidinin üzerinden telefonunu kaldırdı. Onu oraya dün gece koymamıştı, sabaha doğru ben uyurken uyanmış olmalıydı. Kilit tuşuna bastı ve birkaç saniye ekrana baktı. Ardından kilit tuşuna tekrar basıp bana döndü. Kolunun havaya kalkıp elinin yüzüme uzanışını göz ucuyla izledim. Asıl odağım gözleriydi. Benim kahverengi gözlerimin aksine onun hep sahip olmak istediğim mavileri vardı. Baş parmağı hafifçe çenemin üzerine değdiğinde diğer dört parmağı da kulağımın altındaki yerlerini aldı. Baş parmağını yavaşça sürterek yanağıma doğru bir yol izledi. Avucunu yanağıma tamamen yerleştirip kafamı kendine doğru çekerken ona uyum sağladım. Yumuşak dudaklarını dudaklarımda hissetmek, içimdeki boşluk hissini daha da belirginleştiriyor olmasına rağmen hoşuma gitmişti.

Kısa bir öpücüğün ardından ondan ayrıldım.

"Önce dişlerimizi fırçalasak iyi olacak." Konuştuktan sonra öylece durup gözlerinin kısılarak kenarlarında kırışıklık oluşturmasını, dudaklarının gerilerek dişlerinin ortaya serilmesini izledim. Yüzüme, onunla aynı şekilde dişlerimi ortaya seren asılsız bir gülümseme yerleştirdim ve onun arkamdan geleceğini bilerek ayağa kalktım.

Desire and the Sins  |hood&hemmingsWhere stories live. Discover now