O kutsal ruhun kudretiyle beden aldı ve Bakire Meryem'den doğdu.

151 14 54
                                    

Pazartesi

Islak saçlarım yüzümün kenarlarından dökülüyordu. Teller birbirlerinden ayrı tutamlar halinde duruyor, hacimsiz bir görüntü oluşturuyorlardı. Onları taramamıştım, böyle iyi hissediyordum.

Düşüncelerimin farkına vardığımda kendimi yine zemini izlerken yakaladım. Komik ki, bunca günaha bunu yapmamak, dünyadaki kısıtlı zamanımı içine düştüğüm dalgınlıklarda geçirmemek için giriyordum; ama belli ki hala işe yaramıyordu.

İş çıkışı evime gelmiş ve banyoya girmişti. Ben o gelmeden hemen önce ağlarken şişmiş yüzümün kendine gelmesini umarak duş almış, gözlerimin bulanıklığının suçunu duşa atabileceğimi düşünmüştüm. Sonrasında ona giymesi için evimdeki kıyafetlerinden birkaç parça çıkarmış, motor kuryelik yaparken giydiği yağmurluğu ve altındaki üniformayı çıkarıp yatağımın üzerine bırakmasını izlemiştim. Su sesi şu an oturuyor olduğum pencere önündeki girintiden duyuluyordu. Bağdaş kurduğum bacaklarımla duvar arasındaki dar alanda içinden henüz içmediğim geniş açık yeşil kahve kupam duruyordu. Hava önceki günlere göre daha az soğuktu. Gökyüzü yine gri bulutlarla kaplıydı ama şu anlık yağmur yoktu. Işıkları yakmam gerekecek kadar karanlık olmadığından içerisi loş sayılırdı. Üşüyor olmama rağmen giydiğim barut rengi askılım -nasılsa ne giyersem giyeyim birazdan çıkaracaktım-, havlusunu az önce çıkardığım dağınık saçlarımla dışarıdan nasıl göründüğümü düşündüm. Sonunda saçlarımın büyük ihtimalle iyi görünmediğine karar vererek ayağa kalktım. Tarağımı her zaman koyduğum yer olan çekmeceli küçük dolaptan alıp saçlarımı görmeden taradım ve her zamanki bakım yağını sürdükten sonra onları parmaklarımla gelişigüzel karıştırarak kabartmaya çalıştım. Böyle yapmadığım zamanlarda saçlarım kafama adeta yapışıyor ve beni sünepe gibi gösteriyordu.

Telefonumu iki kişilik koltuğun üstünden alıp yeniden eski yerime yerleştim. Arkama yaslanıp Instagram bildirimlerimi kontrol etmeye başlamamdan kısa süre sonra banyonun kapısı açılmıştı. Kafamı eğdiğim ekrandan kaldırıp onu bulduğumda gülümsedim. Beyaz pürüzlü teni, yeni yeni çıkmaya başlamış sarı sakallarıyla karşımda dikiliyordu işte. Siyah havluyla saçlarını karıştırırken sol gözünü kapatıp sağ gözünü iyice kıstı ve bana geri şirin bir gülümseme gönderdi. Birkaç hafta öncesine kadar onun ya da başka bir yabancının banyomu kullanmasına, birkaç parça kıyafetini bende bırakmasına asla izin vermezdim; ancak o artık benim için pek de yabancı değildi. En azından kısmen.

Adım seslerinin eşliğinde koridora çıkan girişten geçerek kayboldu. Kafamı çevirip camdan dışarıya baktım. Gözlerim karşıda, beyaz çerçevelerinin gerisindeki panjurların neredeyse hepsi kapalı olan apartmanda dolandı. Bir süre, sokakta yürüyen birkaç yayanın yanından geçip giden bir iki arabanın dışında ses olmadı, sonra yeniden giderek yaklaşan adım seslerini duydum.

Luke siyah Adidas eşofmanını geçirdiği uzun bacaklarıyla gelip çift kişilik, rengi yeşilin neredeyse griye yakın açık ve soluk bir tonunda olan ikinci el koltuğuma oturdu. Arkaya yaslanıp bacağının birini yan yatar vaziyette koltuğun üstüne çekti ve aynı taraftaki eliyle ayak bileğini tuttu. Alnına düşen ıslak sarı buklelerine, beyaz tişörtünün altında rahat duruşunu desteklercesine gevşemiş geniş omuzlarına baktım ve telefonum bildirim geldiği için titrediğinden yüzüne bakmadan başımı telefonuma çevirdim.

"Bu evde bir yerden bir yere gitmem üç adım falan istiyor." dedi dikkatimi başka bir şeye vermemi umursamadan. Dairemle dalga geçtiği düşüncesine güçlü ve kısa nefes sesleriyle belli ederek güldüm. Evim gerçekten küçüktü ama bu paraya bulabileceğim en iyi yerdi.

Yüz ifadesini görmek için ona döndüm. Çökük göz altları yüzüne yorgun bir hava katıyordu ancak bir yandan da keyifli görünüyordu. Ona komik ve akıllıca bir cevap vermek istedim ama aklıma bir şey gelmeyince klasiklere başvurmaya karar verdim. "Sorun evim değil, senin sırım gibi olman."

Desire and the Sins  |hood&hemmingsOù les histoires vivent. Découvrez maintenant