i think you're pretty great

70 13 0
                                    




Günün bitmesine son ders kalmıştı ama Baekhyun on dakikadır her şeyin yeni başladığını söyleyip duruyordu. Bu benim gibi bir tost için zor bir durumdu çünkü Minseok hyung her ne kadar teminat vermiş olsa da öğleden önce olduğu gibi kıçımı sıradan kaldıramamıştım ve hak verirsiniz ki bacaklarımı hissetmiyordum artık.   

Zil çalınca Baekhyun ayaklandı. "Seni beklemeli miyim?" Bir an düşündüm. "Hayır, bir şey olursa ararım seni." Omuz silkti. "Ne kadar süreceğini de bilmiyoruz zaten."  

Güldüm. "Az sonra ne yapacağını bile bilmiyoruz." Kaşlarımı çattım. "Çok saçma lan, kabullenemiyorum asla." Montunu üzerine geçirirken kıkırdadı. "Hiç değilse elle tutulur bir çözüm noktamız var." 

"Aman aman nasıl çözüm noktası." Montunun yakalarını düzelttikten sonra uzanıp saçlarımı karıştırdı, ellerini ittiğimde "Her şey yoluna girecek." dedi. Baş salladım. 

Sınıfta sadece ben kalana kadar oturup yavaş yavaş çantamı topladım. Montumu üzerime geçirirken Minseok hyungu çok beklettiğimin farkındaydım ama hızlı olmak istemiyordum. İşimi şansa bırakmak, koridorda tanıdık olsun olmasın tek bir gözle karşı karşıya gelmek istemiyordum. En sonunda sınıftan çıktığımda, koridorda uzaklardan gelen uğultular dışında bir ses yoktu, merdivenlere geldiğimde kimseyi görmesem bile hızlıca üst dönemlerin katına çıktım. Hızımı alamayarak koridor boyunca Minseok hyungun sınıfına kadar koştum. Kapıyı açarak içeri daldığımda kayarak yere düşüyordum ama en öndeki sıralardan birine tutunarak son anda kendimi toparladım ve nefes nefese başımı kaldırarak öğretmen masasına ayaklarını uzatmış oturan keyif pezevengi Minseok hyung ile göz göze geldim. 

Usulca yanına yaklaştım ve öndeki sıranın sandalyesini çekerek ters bir şekilde oturdum. Uzanıp kafamdaki bereyi çıkarttı ve elinde döndürerek incelemeye başladı. "Nasıl fark ettin peki Jongdae" dedi aramızda süregelen sessizliği beş dakika boş boş oturup tavanı, ellerimizi veya camdan dışarıyı falan izleyerek yedikten sonra bölerken, "artık bir gölgenin olmadığını?" Kafamı yana yatırarak dudak büzdüm, elindeki beremi incelerken hiç de ciddiye almadığını düşünüyordum beni, o saniye kafasını kaldırıp gözlerini gözlerime dikti. Yutkundum. Belki de gerçekten şu müneccim falcı olaylarını biraz ciddiye almalıydım. 

Derin bir nefes verirken. "Ben fark etmedim, Baekhyun gördü. Ya da göremedi işte her neyse. İki gündür avel avel geziyorum hyung ve anlıyorsun işte, bunun bu şeyin- " 

"Hiçbir bilimsel açıklaması yok, evet anlıyorum." 

Gözlerimi kısarak yere doğru baktım. "Bu tanımı gereğinden fazla kullanıyoruz gibime geliyor." Omuz silkti. 

Yayıldığı yerden doğruldu ve dirseklerini sırasına dayayarak biraz bana doğru eğildi. Örgü kazağının yakasından bir kartal kolyesi göğsünün üstüne kadar süzüldü, gümüş kolye aramızda parlarken bir eliyle onu tuttu. Çenesini de diğer eline yaslayarak anlatmaya başladı. 

"Aslında ne olduğunu biliyorum Jongdae, sen şu sınıfın kapısından ilk girdiğin andan itibaren biliyorum. Eksik bir şey var sende ve bu sadece ayağının altındaki gölgeyle ilgili değil. Herhangi bir insanın gözlerine baktığında fark edebileceği bir şey. Gölgeni anlaman için, ilk önce bunu anlaman gerekiyor. Neyden bahsettiğimi anlıyorsun değil mi?" 

Kulağımda Baekhyun'un sözleri. 

"Jongdae, sen de öyle ya da böyle, yoluna girmesi gereken bazı şeyler olduğunu hissetmiyor muydun?" 

"Hayır anlamıyorum." 

Kolyesini bıraktı ve sinirle saçlarını geriye itti, bir saniyelik ruh değişimi beni bozguna uğratırken "Seninle de amma işimiz var be." diye hayıflandı. Omuz silktim. 

a night with peter pan  "xiuchenWhere stories live. Discover now