i want to break free

1K 139 27
                                    

25 Aralık 2002

Güneş batıda gözden kaybolduğunda Soho'nun en işlek caddelerinden birinde, Noel tatili dolayısıyla kapalı tüm dükkanların aksine eski bir kitapçının loş ışıkları yanıyordu. Bu pejmürde kitapçının içine girdiğinizde yüksek rafların arasında ilerleyerek arka tarafta küçük bir kapı bulurdunuz. Kapının ardındaki koridorda ise Aziraphale'in çok kıymetli, bir nevi hazinesi niteliğindeki kitapları bulunurdu ve onlara gözü gibi bakardı. Koridoru geçtiğinizde ise geniş bir salonla karşılaşırdınız. Tıpkı ön taraf gibi burası da oldukça loş masa lambalarıyla aydınlatılıyordu. Geniş odanın ortasında iki çift kanepe ve ufak bir sehpa vardı. Bu eskimiş kanepelerden birinde siyah giyimli, kızıl saçlı, sıska bir iblis dikkatle oturuyor; diğerinde ise krem rengi takım elbisesiyle sarışın, tombulca bir melek kurabiye yiyordu. Kucağındaki koca tepside üzeri rengarenk glazürlerle kaplı çeşitli şekillerde kurabiyeler yer alıyordu. Kimisi insan, kimisi çam ağacı, kimisi ise çorap biçimindeydi. Aziraphale'in bu kurabiyelere çokça emek verdiği belli oluyordu. Yemek yapmayı yeni öğrenmiş bir meleğe göre bunlar gerçek bir başarı örneğiydi. Üstelik biraz ısrar sayesinde Crowley'e de birkaç tane tattırmayı başarabilmişti.

Melek bu akşam mutluydu ve bu mutluluğu kimsenin bozamayacağını düşünüyordu. Bugün Noel'e özel olduğunu duyduğu eggnog adlı ilginç bir içeceği deneyimlemişti. Beğendiği söylenemezdi bu yüzden kanatlı kupasındaki içeceği yarım bırakarak şarap içen Crowley'e katılmıştı. Sarhoş olana kadar içmişler ve Aziraphale birkaç saat boyunca Crowley'nin diziler ve yeni oyunu hakkında zırvalamasını dinlemişti. Bundan hiç şikayetçi değildi çünkü onu neredeyse iki haftadır haftadır görmüyordu. (Çünkü iblis, video oyununu aldığından beri sahiden sürekli onunla oynuyordu.) Konuşurken bir anda telaffuzunun bozulmasıyla cümlelerinin anlaşılmaz bir tıslama hâlini almasına bile aldırış etmemişti. Bu sürecin sonunda ise Aziraphale, iblise aldığı hediyeyi verdi; bir takım elbise.

Burada bilmeniz gereken şey iblislerin fiziğe ve maddeye tabi olmadığıdır. Crowley özünde bir yılandı ve insana dönüştüğü zamanlarda üzerinde görebileceğiniz tüm giysiler ham esîrden meydana geliyordu. Demek istediğim; teknik olarak üzerinde gerçek giysiler olmuyordu. Aziraphale ise giyimi oldukça önemli bulan, ipek kumaşa değer veren biriydi. Ünlü terzilere diktirdiği takımlarını özenle korur ve saklardı. Crowley'e aldığı bu takım ise yine ünlü bir tasarımcının eseriydi ve tam da iblisin zevkine göre yapılmıştı. İpekten beyaz bir gömlek, yılan başı işlemeli kol düğmelerine sahip siyah ceket, deri kemerle tamamlanan siyah dar pantolon, incecik saten bir kravat ve tabii ki yılan derisi siyah ayakkabılarla eşsiz bir takımdı. Aziraphale bu sanat eseri gibi takım sayesinde gururluydu ve iblisin bu hediyenin amacını anlamasını umut ediyordu. Ona göre bu giysilerin anlamı Crowley ile yeni ve insani bir hayata başlamaktı. Yani bilirsiniz, insanlar ham esîrden giysilerle değil gerçek kumaşlarla örtünürler sonuçta.

Gel gelelim ki iblis, bu yeni hediyeye karşılık ne tepki vermesini gerektiğini bilememiş, kuru bir teşekkürün ardından bir köşede dikkatlice giyinmişti. İlk kez gerçek giysilerin içine giriyordu ve aslında tenine değen kumaşın iyi hissettirdiğini fark etmişti. Onu huzursuz eden tek şey, bu giysilerle hareket etmekti. Aziraphale'in bu hediyeye değer verdiği belliydi ve buna zarar vermek istemiyordu. Oturduğunda kumaşın lekelenmesi, kırışması, daha da kötüsü yırtılmasından endişelenmişti. Bu sebeple neredeyse bir buçuk saattir gergin bir şekilde, kıpırdamamaya çalışarak oturuyordu.

“Biliyorsun, bu kadar rahatsız oturmana gerek yok Crowley.”
“Rahatsız değilim,” diye inkâr etti, iblis. “Alışmaya çalışıyorum.”
Meleğin bakışlarından ona inanmadığı belliydi, ancak ısrarcı olmadı. Bu konu yerine önündeki kurabiyelere odaklanmış, sırayla hepsini mideye indiriyordu. Son yıllarda iyice göbeği çıkmaya başlamıştı, ama bu kurabiyeleri yemeyen de pişman olur diye düşünüyordu. Sahiden de öyleydi, kurabiyeler bir profesyonelin elinden çıkmış kadar lezizdi. “Bunları sahiden senin yaptığına inanamıyorum. Ne zamandan beri bu kadar iyi yemek yapar oldun?”
Bu cümlelerin üzerine Aziraphale'in yüzü aydınlanmıştı. Diğer canlıların aksine Crowley'nin onu her zaman takdir etmesi hoşuna gidiyordu. Kurstaki şef beceriksizliği yüzünden Aziraphale'i çokça azarlayıp kalbini kırmıştı ama biliyordu ki, Crowley kötü olsa bile onun yaptıklarını överdi. “Teknik olarak bu bir yemek değil, canım. Bu bir tatlı, ama her neyse. Geçtiğimiz yaz kursa gitmiştim.” Kucağındaki tepsiyi ufak sehpaya bırakarak ayağa kalktı, melek. Odanın içinde ağır ağır ilerlerken ellerini arkasında birleştirmiş, düşünüyordu. “Ayrıca meyveli kek yapmayı da öğrendim. Ve şeker pekmezli tart.. Ah, bir de kremalı turta!”
“Tebrik ederim, Aziraphale. Gavotte ve sihirbazlık fiyaskolarından sonra bu harika bir gelişme.”
Aziraphale'in kaşları çatılmıştı. Sihirbazlıkta pek iyi değildi belki ama yine de hoşuna gidiyordu. “Bu söylediğin hiç hoş değildi, Crowley.” Alıngan bir tavırla ona arkasını dönmüş, gömleğinin yakasını düzeltirmiş gibi anlamsız hareketler yaparak iblisin dikkatini çekmeye çalışıyordu. İblisten bir özür beklediği belliydi. “Tanr--Şeytan.. Ah, her neyse onun aşkına! Özür dilerim, Melek. Öyle demek istememiştim, sadece modası geçmiş şeyler. Bilirsin..” İç çekerek Aziraphale'in arkasına geçmişti, iblis. “Hadi ama özür diliyorum burada.”
Sarışın melek bir süre tepkisiz kalsa da çok geçmeden yüzünü ona çevirmiş ve minik bir tebessümle çoktan affettiğini belli etmişti. “St. James Park'a gidelim mi? Devasa çam ağaçlarıyla kutlamalar yapılacağını duymuştum. Belki ördekleri besleriz.”
Meleğin yüzündeki istek dolu ve heyecanlı ifadeyi birkaç saniye seyrettikten sonra pes etmişlikle cevapladı onu, iblis. “Pekâlâ, gidelim.”

×××

Biraz boş ve kısa bir bölüm olmuş olabilir, ama işler karışmadan önce daha sakin olaylara yer vermek istedim.

good old-fashioned lover boy | good omensDove le storie prendono vita. Scoprilo ora