a nightingale sang in berkeley square

721 114 9
                                    

8 Mart 2003

Ritz'in büyük ve görkemli restoranında, her zamanki masalarında bir melek ve bir iblis oturduğu sırada Berkeley Meydanı'nda bir bülbül şarkı söylüyordu. Aziraphale baharatla tatlandırılmış, soslu bifteğiyle karnını güzelce doyurduktan sonra sıra tatlıya gelmişti. Bir kase beyaz çikolata ve hindistan cevizli mus sipariş etti. Crowley genellikle ağır yemeklerden sonra tatlı yemekten değil, uyumaktan hoşlanıyordu fakat bu seferlik uykuyu es geçti ve bir şişe Clos de Tart sipariş etti. Aralarında garip bir sessizlik oluşmuştu. Geldiklerinden beri ara sıra boş espriler ve yemek hakkında yorumlar yapmaktan başka hiçbir şekilde diyalog kurmamışlardı. Garson, Crowley'nin kadehini kırmızı şarapla doldurduktan sonra iblis iç çekerek sessizliği bozdu.
“Kokunda bir değişiklik fark ettim, şampuanını mı değiştirdin?”
“Parfüm aslında,” diye söze başladı, Aziraphale. Yüzünde tatlı gülümseme belirmişti şimdi. “Gucci Guilty Pour Homme, yeni çıkmış. Beğendin mi?”
“Mmhm, portakal çiçeği. Hoş.” Crowley ciğerlerini bu yeni kokuyla doldurmak üzere derin derin nefes alırken, Aziraphale neşeyle gülümsemeye devam ediyordu. Crowley'nin böyle ufak detayları yakalamasına bayılıyordu.

Tatlı geldikten sonra melek, tüm dikkatini musuna vermiş gibiydi. Crowley de şarabını içerken yine onu izlemeye dalmıştı. Yüzündeki yediğinden memnun ifadesine bayılıyordu. Bilmediği şeyse, bu ifadenin bir benzeri kendi yüzünde de yer alıyordu; gördüğünden memnun ifadesi. “Aziraphale,” diye mırıldandı. Başını avucuna dayamış, bayıkça bakıyordu. “Sincapların uçabildiğini biliyor muydun?”
“Elbette,” dedi, yarı şaşkınlıkla melek. “Lâkin hepsi değil, bazı türleri.”
“Kanatları bile yok oysa.. Halbuki senin kanatların çok güzeldi, Melek.” İblis hıçkırdı.
“Sarhoş musun, hayatım? Kaç kadeh içtin?” Aziraphale yumuşak bir tonda sorduğunda Crowley'nin elindeki kadehi alarak masaya bıraktı. İblisin aptalca hareketler yapmaya başlamasından korkuyordu ama o dalgınca kendisini seyretmeye devam ediyordu, yüzünde aptal bir gülümseme belirmişti. Kesinlikle sarhoş olmalıydı, ama çok da içmemişti.

Crowley, yaptığı güzelliklerin ve meleği kurtarmalarının yanı sıra her zaman iblisliğinin hakkını verirdi. Öylesine sinsi ve iyi bir yalancıydı ki, mükemmel planlarıyla kandıramadığı tek bir kişi bile yoktu. Bunu da genellikle kendi keyfi için yapardı. Şimdiyse yine küçük bir oyun çeviriyordu. Yaptığı şey tam olarak alkolden faydalanmaydı. Birkaç kadeh içmişti, belki biraz çakırkeyif olmuştu ama kesinlikle sarhoş değildi. Yalnızca bunu bahane ederek ne isterse söyleyebileceğini ya da yapabileceğini düşünüyordu. Gerçi buna çok da ihtiyacı yoktu, çünkü o her zaman ne isterse onu yapardı. Tek istisnası Aziraphale'di, onu rahatsız veya mutsuz etmemek için kendi hareketlerine kısıtlama getiriyordu kimi zaman. Oysa şimdi hiçbir sözünden sorumlu olmadan tamamen dürüst davranabilirdi.

“Hatırlıyor musun, başlangıçta yağmur yağmıştı?” dedi, Crowley. Cevap beklemeden devam etti. “Kanatlarını üstüme tutmuştun.. Sırf ben ıslanmayayım diye.”
“Ah, Crowley.. Canım, ayılman gerekiyor.” Aziraphale endişeyle ona bakarak iblisin kolunu tuttu. Crowley ise hâlinden son derece memnundu. Meleğin tepkilerini dikkatle izliyordu. Gözleriyle sözleri birbirini hiç de tutmuyordu. Aklından geçen anılarla ışıldadığını görebiliyordu meleğin gözlerinin. “Hadi, eve dönelim.” dedi, Aziraphale. Crowley her ne kadar isteksiz davransa da sonunda onu takip etmek zorunda kalmıştı.

18 Nisan 2003

Daha önceki Ritz randevuları hiç de iblisin umduğu gibi sonuçlanmamıştı. Gün sonunda belki bir şekilde Aziraphale'i öperim diye düşünen iblisin, ne yazık ki yola çıkmadan önce ayılmış gibi yapması gerekmişti ve sahafa döndüklerinde ise Aziraphale kendi köşesine çekilmişti. Uzun zamandır okuyamadığını söylediği kitaplarını okumaya dönmüş ve iblisi bir başına bırakmıştı.

good old-fashioned lover boy | good omensWhere stories live. Discover now