send me an angel

814 127 42
                                    

5 Ocak 2003

Meleklerin insan bedenleri dışındaki gerçek formları bambaşkadır, her birinde benzerlik gösteren tek şey ise kanatlarıdır. Aziraphale gerçek formunda birçok göze sahipti, sonuçta o Doğu Kapısı Gözcüsü'ydü. Ancak bu ilahi yaratıkların semaya yükselebilmesi gerektiğinden kanatlara ihtiyaçları vardı. Üstelik Aziraphale teknik olarak bir başmelek sayılırdı ve kanatları diğer alt kademeli meleklerin aksine epey büyük ve görkemlilerdi. Bembeyaz kanatlarını çırptığında tatlı bir meltem oluşurdu yeryüzünde. Crowley yüzünü okşayan bu meltemi çok severdi. Kimi zaman o uzun tüyleri iblisin üstüne uzatıp onu yağmurdan korurdu Aziraphale. Şimdiyse bunların hepsi geçmişte kalmıştı.

Crowley meleği gördüğünde dizleri üstüne çökmüş, acı içindeki Aziraphale'i kendine çekmişti. Bunu yaparken son derece dikkatliydi çünkü yaralarına dokunup canını daha fazla yakmak istemiyordu. Aziraphale kıvranırken iblis onu tuttu, kollarını bedenine sıkıca sararak kucağına aldı. Meleğin elleri bile kendi kanına bulanmıştı, Crowley üstüne damlayan kırmızı sıvıyı umursamadı. “Aziraphale?” Çaresizlik içinde meleğe sesleniyor, ne yapması gerektiğine dair bir cevap arıyordu. İçinde ona bunu yapanları öldürme isteğine dair yükselen öfkeyi bile bir kenara atmıştı, şu an Aziraphale çok daha önemliydi. Hırıldadı, tısladı, feryat eder gibi bir sesle gerindi ve kanatları açıldı. “Bunu ödeteceğim, bunu hepsine ödeteceğim!”

O sırada bir gürültü daha kopmuştu sahafta. Dükkanın büyük pencerelerinden biri paramparça olduğunda gecenin karanlığına bir çift siyah kanat karıştı. Crowley, kucağında sıkıca tuttuğu Aziraphale'i dükkandan çıkarmış ve göğe yükselmişti.
Melekler yahut iblisler neredeyse yüzyıllardır uçma gereği duymamışlardı. Tüm işlerini daha insani görünen yöntemlerle hallediyorlardı fakat Crowley o gün başlangıcına dönmüş gibiydi. Onu tanıdığı ilk güne.
Gece karası kanatları, uzun zamandır kullanılmamaktan ötürü biraz hamlamıştı. Sarsılarak uçmaya çalışıyordu. Aziraphale'i nereye götüreceğinden emin değildi. Hastaneye götüremezdi, meleğin kimliğini ifşa etmiş olurdu. Üstelik insanların kırık kanatlarla ilgili ne yapacaklarını bildiklerini sanmıyordu. Bu yüzden aklına gelen tek olağan seçeneğe yöneldi; Tadfield.

İkisi uçtukça rüzgâr yüzlerine vuruyor, Ocak ayının buz gibi havası Aziraphale'i titretiyordu. Güçsüz sesiyle sızlandı, melek. Crowley onu tutan kollarını sıkılaştırdı. “Dayan, Melek. Çok az kaldı, seni iyileştireceğim.” Sesi titriyordu, endişeden aklını kaybedecek gibiydi. Neredeyse yarım saattir uçuyorlardı ve Crowley altlarında uzanan Tadfield kasabasını seçmeye başlamıştı. Yeterince yaklaştıklarına emin olduğunda yavaşça yere indi. Yüzünde kurumuş gözyaşlarına yenileri ekleniyordu, dudakları çizgi hâline gelmişti. Sarhoşluğun ve Aziraphale'in ağırlığı etkisiyle iki adımda bir yalpalıyor, düşmekten ucu ucuna kurtuluyordu. Onu her sarstığında inleyen meleğe acıyla bakıyordu. “Özür dilerim. Özür dilerim..” Yaseminli Kulübe'nin önünde durdu. Kolları dolu olduğundan, gecenin bir yarısı olmasına aldırmadan kapıyı tekmeledi iblis. Açılana kadar tekmelemeye devam etmişti, sabredecek hâli yoktu.

Çileli bir otuz saniyenin sonunda kapıyı elinde koca bir tavayla, gözleri şişmiş bir genç adam açtı. Newton Pulsifer, uykudan yeni uyandığı her hâlinden belli olan, Cadı Avcısı Ordusu'ndan emekli, şu anda ise gerçek bir Cadı ile evli olan aptal bir adamdı. Yani, en azından Crowley onun aptal olduğunu düşünüyordu. Anathema ile yakın zamanda evlenmiş ve Yaseminli Kulübe'de yaşamaya başlamışlardı. Sıkça yaptıkları aktivitelerden biri ise çok iyi geçindikleri Onlar ekibiyle haftaiçi öğleden sonraları bahçede oturup muzlu süt içmekti. Genç yaşlarına rağmen ikili, emekli olmuş yaşlı bir çift gibilerdi. Newt'in şaşkın bakışları Crowley'den Aziraphale'e döndüğünde ufak bir çığlık koptu. “Aman Tanrım!”
“Newt? Neler oluyor?” Bu Anathema Device -ya da şimdiki adıyla Anathema Pulsifer'ın sesiydi. Korkuyla kapıya gelmiş genç kadın dağılmış görünüyordu. Muhtemelen aceleden yamuk taktığı gözlükleri burnundan düşmek üzereydi. Cadı, meleği fark ettiğinde kaşlarını çatıp kocasını kenara ittirdi. Çaresiz görünen iblisi kolundan tutarak içeri çekmiş ve anında emirler yağdırmaya başlamıştı. “Newt, hemen bolca havlu getir. Sen de onu yatağa yatır, çabuk. Koridorun sonunda, acele et.”

Crowley başka zaman olsa bu emirlere karşı çıkar, bu basit insana kendisine böyle davranmasının bedelini ödetirdi fakat şu an neredeyse ona minnet edecekti. İkiletmeden dediğini yaptı ve Aziraphale'i dağınık yatağa dikkatle yatırdı. Cenin pozisyonunda kıvrılan melek, kurumuş kana bulanmış elini iblisin ceketine uzattı. Geri çekilmek üzere olan iblisi, giysisinden yakalayıp onu bırakmasını istemiyormuşcasına tutmuştu. Crowley içinde körüklenen yangına birkaç odun daha atıldığını hissediyordu. Meleğin yanına oturdu, ardına düşmüş kanatlarını onun üzerine örttü. Siyah tüylerin altında kalan melek, saatlerdir sıkı sıkı kapattığı gözlerini araladı. İblisin gözleri de alnında boncuk boncuk terler biriken meleğin yüzünde geziniyordu. Acıdan terlemiş olmasına rağmen Aziraphale hâlâ titriyordu, elleri buz gibiydi ve Crowley onları kendininkiler arasına aldığında ağlamaklı sesler çıkarmaya başlamıştı. “Crowley..” diye mırıldandı melek, yorgunca. İblisin hâlini fark etmemek mümkün değildi. “Seni yalnız bırakıp gittiğim için özür dilerim.”

good old-fashioned lover boy | good omensWhere stories live. Discover now