longday's office

1.5K 65 22
                                    

Kampüsün arkasında kalan bankların birine oturup müzik dinlerken, elimdeki sararmış, eski kitabın 174.sayfasında takılı kalmıştım.  Esen şiddetli rüzgarın kulaklığa rağmen duyulan hışırtısına dikkatim kaydığı için son okuduğum cümleyi bir kez daha okudum.

Hayatta ne olursa olsun kalbinin sesini dinle ve asla keşke deme.

Bu cümlede birkaç kez daha gözlerimi gezdirirken, yanımda bulundurduğum kalemle altını çizdim.
Hayat bu kadar kolaydı aslında. Kalbinizin sesini dinlerseniz, mutlu olabileceğiniz türdendi, hayat. Yapacağımız tüm seçimler ve karşınıza çıkan tüm olaylar ona göre tasarlanmıştı.

Müziğin verdiği yumuşaklıkla dünyadan soyutlanırken, omzumda hissettiğim el irkilip korkmama sebep olmuştu. Kulaklıklarımı bir hamlede çıkarıp sağımdaki kişiye baktım.

Martin, çikolata kahvesi gözlerini bana karşı parıldatarak gülümsüyordu. "Selam!"

Gözlerimi açıp anlık şaşırdıktan sonra kendime geldim. "Burada ne işin var? Kendi okulunda olman gerekmiyor mu?"

"Dersim biraz daha geç başlıyordu, yanına geleyim dedim. Nasılsın, sevgilim?"

"İyiyim," dedim, gülen yüzüne bakarak. Onu görünce nasıl iyi olmayabilirdim ki? "Girişten nasıl geçtin?"

"Üstün yeteneklerimin olduğunu unuttun galiba." Sırıttı. Sırıtırken kısılan gözlerini hayranlıkla inceledim. Çene hizasına gelen koyu kahve saçlarını ensesinde dağınık bir şekilde toplamıştı. Rüzgardan dolayı önüne düşen tutamlarını düzeltti. 

Yavaşça yanıma oturdu. Beyaz tişörtün üzerine geçirdiği kot ceket, sakallı yüzüne farklı bir hava katmış, daha çok yakışıklı olmasını sağlamıştı. "Sabah beni niye uyandırmadın?"

"Aceleyle çıktım. Niye ki?"

"Sana özel bir tarifim olduğunu söylemiştim ya dün gece? Sabah kahvaltıda onu yapacaktım."

"Ya," dedim derin bir nefes verip kaşlarımı mahcuplukla çatarak. "Unuttum. Akşam yemeğinde yapsan?"

"Akşama babanla değil miydin?"

Evet öyleydim. Ve bu çocuğun hafızası sinirimi bozuyordu. "O zaman şöyle yapalım, ben akşam yemeğinden sonra tatlı yemeye sana gelirim. Belki seni yerim, belki de bana yapacağın şeyleri. Nasıl fikir?"

"İkisini bir yesen?" Pembe dudaklarını yaladı ve gülümseyerek benim dudaklarıma yaklaştı. Hafifçe sürttü. "Bu nasıl fikir?"

"Çok iyi." dedim gözlerim kapanmışken. Bu yavaş hareketine dayanamayıp ilk öpen kişi ben oldum. Devamını ise o getirdi. Yoğun parfüm ve sigara kokusuyla karışık olan tenini her koklayışımda daha çok sarılma ve öpme isteğiyle dolup taşıyordum. Oldukça çekici biriyle sevgili olduğum gerçeği kalbimi sıkarken, sakalları yeni çıkmış yüzünde ellerimi gezdirip gülümsemekle yetinmiştim.

Martin'le üniversitenin ilk yılında sürekli aynı kütüphanede karşılaşmamız üzerine arkadaş olmuştuk ve bu arkadaşlığımız kısa süre içinde aşka dönmüştü. Üniversitenin ya da günümüz eğitiminin bana kattığı en iyi şey Martin olmuştu.

"Desdemona!" diye bağırdı arkamdan, ince bir kız sesi.

Başımı çevirip sesin geldiği yöne baktım. Bir de Mila vardı, tabii ki. Üstteki cümleme düzenleme yapmak istiyorum. Üniversitenin bana kattığı en iyi şey arkadaşlarım ve sevgilim olmuştu. Yoksa bölümümü pek sevebildiğim söylenemezdi.

Esmer olan arkadaşım, podyumdan fırlamış gibi uzun bacaklarıyla bana doğru yürürken, saçlarını savurmayı ihmal etmedi. Onun bu kısacık podyum turuna güldüm ve hızlıca yanıma ulaşmasını izledim. "Naber?"

"İyidir, senden?"

"İyi." Sol ayağını banka atıp buram buram para kokan ayakkabısının çözülmüş bağcığını bağlamaya başladı. "Sen nasılsın, Martin?"

Kibar sevgilim, Mila'nın bu sorusunu tebessüm ederek cevapladı. "Bildiğin gibi."

Mila omuz silkerek ayakkabısını bağlama işini bitirdi ve hacimli siyah saçlarını bir omzunda toplayarak bize baktı. "Kusura bakma, sevgilini ödünç alacağım." Bakışlarını bana çevirdi. "Profesör Longday seni görmek istiyor."

Meraklı bakışlarımla bedenimi Martin'in kolunun altından çektim ve panikle Mila'ya baktım. "Ne yapmışım?"

Profesör, öğrencilerini kolay kolay ayağına çağırmazdı. Ya projeyi bok ettiğinde çağırırdı, ya da mükemmel yaptığında. Benim projemin mükemmel olmasının imkanı olmadığı için büyük ihtimalle projemi boktan bir şey yapmıştım ve bunun için çağırıyordu. Bölümümü sevmediğimi söylemiş miydim?

Projemin boktan bir şey olmasıysa, mimarlığın en önemli dersten kalmam ve ortalamamın acayip düşmesi demekti. İşte şimdi sıçmıştım.

"Panik yapma," dedi Martin. "Kötü bir şey olduğunu sanmam."

"Aynen, rahatla biraz. Çağırdığında sinirli değildi."

Söyledikleri sözler, endişemin bir kısmını eritirken banktaki eşyalarımı çantama tıktım ve çantamı koluma geçirdim. Martin'in dudağını hızlıca öptükten sonra geri çekildim. "Dersim bitince yanına gelirim. Ya da evde buluşuruz. Ya da siktir et, gece geleceğim zaten."

"Tamamdır. Stres yapmamaya çalış, beni de haberdar et."

Başımı onaylarcasına salladıktan sonra Mila'ya doğru döndüm. Hızlı adımlarla Mila'yla birlikle fakültenin içine girdiğim zaman panikten tırnaklarımı ısırıyordum. "Ne bok yedim acaba?"

"Sakin olsana Desdi, sana yetişemiyorum." Birkaç adım gerimde kalmıştı. "Gerçi senin bu bölümde sakin olmadığın bir gün yok ama neyse."

Hızlı yürüşlerimi duraksatmadan Mila'ya baktım. "Bana diyene bak. Bu bölümde sen sakin kalabiliyor musun sanki? Geçen jüriye hazırlanırken yaklaşık bir buçuk saat yetiştiremediğin için ağlamıştın."

"Kızım en azından ben bölümü seviyorum. Hem ağlarım, hem gülerim hesabı. Annenlerin izinden yürüseydin ya sende?"

Merdivenlerden çıkarken Mila'nın uzun kirpiklerle çerçevelenmiş koyu kahve gözlerine baktım. "Kandan tiksindiğini bilen birine doktor ol demek de komik yani. Lise zamanı Sims oynamayı fazla abartmışım, bir an heveslendim işte." Profesör'ün odasının bulunduğu kata geldiğimizde yeşil çiçeklerle donatılan koridoru bu sefer yavaş yürümeye başlamıştık. "Ayrıca böyle sızlandığıma bakma, geçen sene bölüm birincisi olduğumu biliyorsun."

Parfüm kokan saçını geriye attı ve gururlanarak bana baktı. "Orası öyle. Ama yine de sevmediğin bir şeyi yapmana üzülüyorum tatlım ve her gün sana bunu sevdirmek için uğraşıyorum."

Kurduğu bu cümleye cevap verecekken, Profesör Longday'in ofisinin önüne geldik ve biraz sonra yiyeceğim azarlardan dolayı kalbimin sıkışmasına engel olamadım ve konuyu kapattım. "Bana şans dile ve burada beni bekle," dedim ve kapıyı birkaç kez tıklatarak içeri girdim. Mila'nın hiçbir sorun yaşamayacağıma dair teselli dolu sözcükleri ise havada asılı kalmıştı.

Büyük kahverengi oda beni karşılarken biraz daha gerildim. Profesör Longday büyük deri koltuğuna oturmuş, ayakta onu dinleyen bir öğrencisiyle hararetli bir şekilde konuşuyordu. Siyah kemik gözlüklerini biraz indirerek gözlerini bana kaydırdı. "Gel, Desdemona."

Terleyen ellerimi pantolonuma silerek odanın köşesinde, konuştuğu öğrenciyle işinin bitmesini bekliyordum. Ancak geçen her dakika daha da gerilmeme sebep oluyordu. Bu dersten kalamazdım. Ve gerçekten de bu sefer iyi bir proje teslim ettiğimi düşünmüyordum. Profesör, çocuğa birkaç tane numara yazdıktan sonra kalın ve boğuk sesiyle konuştu. "Bir sorun çıkarsa bana yönlendir, tamam mı?"

Çocuk ağır aksanıyla, "Tamam, hocam." dedi ve teşekkür ederek birkaç adım geriye attı. Arkasını dönüp kapıya doğru ilerlerken beni gördü ve anlık olarak gözlerini bana kilitledi.

Gözlerim, gözlerinin içine baktığı zaman, yemin ederim ki kalbim daha önce hiç bu kadar hızlı atmamış, heyecan yapmamıştı.

Ve bu kesinlikle Profesör Longday yüzünden değildi.

like a miracle//zmWhere stories live. Discover now