❀ 1 ❀

7.5K 565 1.5K
                                    

"Bizimle gelmek istemediğinden emin misin?" diye sordu Lottie başını abisinin odasından içeri uzatırken. İçerideki görüntü tam bir felaketti. Abisi altında sadece puantiyeli iç çamaşırıyla yatağa yayılmış, karşı duvardaki dart tahtasına ok fırlatıyordu.

Louis Tomlinson'ın depresyon aktivitesi.

"Eminim. Hiç havamda değilim, size iyi eğlenceler."

"Eve gelirken sana çikolatalı fondü alacağım. En büyük boy. Şu depresyonundan çıkarsın belki."

"Depresyonda değilim. Sadece kötü bir dönemden geçiyorum."

"Yani depresyondasın."

Louis tam cevap vermek üzere ağzını açmıştı ki, Mark'ın aşağıdan "Hadi Charlotte!" diye seslendiğini duydu. "Gitsene artık, babam seni çağırıyor."

"Seni bırakmak istemiyorum. Evde tek başına ne yapacaksın?" Lottie ailesiyle sinema akşamı programı yapmıştı ama Louis depresyondan çıkıp da onlara katılmak istemiyordu.

"Dizi izleyeceğim. Merak etme beni."

"Ara sıra mesaj at ama."

"Tamam, hadi git." Louis elinin tersiyle kış kış hareketi yapınca Lottie pes ederek onun odasının kapısını kapattı. İnatçılık konusunda eşi benzeri yoktu.

Yalnızca iki dakika sonra evin dış kapısının da kapanma sesi geldiğinde, Louis herkesin evden çıktığını anladı. Normalde evde yalnız kaldığında son ses müzik dinler, dans eder, repliklerini ezbere bildiği bir diziyi açıp bağıra bağıra aktörlere eşlik ederdi. Ama bu sefer canı hiçbir şey yapmak istemiyordu.

Son zamanlarda hayatında yolunda gitmeyen çok fazla şey vardı. Okuduğu bölümün kendisine uygun olmadığını fark etmişti. Arkadaşlarını birer birer kaybetmekteydi. Evde boş boş oturup kola içiyor, haliyle evdekilerin tepkisini çekiyordu.

Yine de onu 'yeter artık, ben yoruldum, oynamıyorum' deme seviyesine getiren şey, önceki gün iş yerinde olan olaydı. Bir mağazada kasiyer olarak çalışıyordu ve birkaç kişiyle arası bozulmuştu. Louis'nin kasadan para çaldığını ima etmişlerdi, en yakın arkadaşı Stan ise onu korumak adına şahitlik etmeyi reddetmişti.

En yakın arkadaşı sandığı kişinin bile aslında bir hiç olduğunu anlayınca, Louis kocaman bir boşluğa düşmüştü. Şimdi bir işi yoktu, en yakın arkadaşı yoktu, üstelik daha bir hafta önce sevgilisinden ayrılmıştı. Olabilecek her şey ters gidiyordu.

Gözlerini tavana dikti. Depresyona giren Louis Tomlinson'ın birkaç belirtisi vardı.

Evde iç çamaşırıyla dolaşmak. (Babası buna çok sinirleniyordu)

Dart tahtasının karşısında ömrünü çürütmek.

Eline geçen her şeyi, her yeri temizlemek.

Odasını iki saat önce temizlemişti. Mutfaktaki bulaşıkları yıkamıştı ve tüm kıyafetlerini çamaşır makinesine atmıştı.

Hala tüketemediği temizlik ihtiyacını tavan arasını temizleyerek gidermeyi planladı ve sonunda yatağından çıktı. Telefonu elindeydi, belki orada biraz da müzik dinlerim düşüncesiyle onu da almıştı.

Odasının kapısını açtı, önce kız kardeşinin odasına yürüdü. Lottie'nin gizli olduğunu sandığı abur cubur çekmecesinden kendisine çikolata ve cips alıp tavan arasına çıktı.

Annesi ara sıra burayı süpürür, tozunu alırdı. Dolayısıyla filmlerdeki gibi örümcek ağı ve tozla kaplı bir yer değildi. Sadece dağınık dağınık kutular vardı. Kendisine ait olan kutuları bir bir boşaltıp düzenleyecek, gereksiz şeyleri çöpe atacaktı.

Yere oturdu, eline geçen ilk kutuyu açtı. Lottie'nin oyuncak bebeklerini ve kendisinin oyuncak ayıcıklarını görünce gülümsedi. Hiçbir zaman o kavgacı kardeşlerden olmamışlardı. Aralarındaki yaş farkına rağmen Louis hep kız kardeşiyle oyun oynamayı diğer çocuklarla oynamaktan daha zevkli bulmuştu. Lottie daha bebekken Louis ona mamasını yedirir, masal anlatmaya çalışır, güldürmek için komiklikler yapardı.

Oyuncak penguenini eline alıp kutuyu tekrar kapattı. Bunu odasındaki rafa koyabilirdi, küçükken en sevdiği oyuncaklarından biri oydu. Diğer bir kutuya geçtiğinde gördüğü ilk şey babasının motor dergisi koleksiyonu oldu. Yüzlerce dergi vardı, her biri en az otuz yıllıktı. Jay hep bu dergilerin atılmasından yanaydı fakat Mark onlardan asla vazgeçemiyordu.

Temizlik niyetiyle geldiği tavan arasında anıları tazelemeye başlamış olsa da, hiç değilse biraz kafası dağıldığı için bunu sorun etmedi.

Elini başka bir koliye uzatacaktı ki, onu gördü. Yeşil kutuyu. Yaprak desenleriyle süslenmişti, kapağındaki mavi kısım puantiyeliydi. Ayrıca kapağın üstünde yemyeşil bir çiçek vardı. Kutuyu tuttu, kendi önüne çekiştirdi. Çok büyük değildi ama içinde kocaman hatıralar barındırırdı. Harry'yi barındırırdı.

Harry. Louis'nin okula başladığı ilk günden ortaokula geçene kadarki sıra arkadaşı. Aynı zamanda oyun arkadaşı, sohbet arkadaşı, yaramazlık arkadaşı... Çocukluğu.

Okulun ilk günü, yan yana oturdukları zaman Louis onunla iyi arkadaşlar olabileceklerini düşünmüştü. Çekingen bir çocuk olmasaydı Harry'ye "Merhaba, arkadaş olalım mı?" diyebilirdi fakat utandığı için kimseyle konuşmazdı, hep başkalarının onunla konuşmasını beklerdi.

Aralarında ufak tefek iletişim başlamışken, Louis birdenbire ondan nefret etmeye başladı. Resim çizmeyi çok severdi, öğrenmişti ki Harry de seviyordu ve ondan daha güzel resimler çiziyordu. Louis karikatür okumaya bayılırdı, Harry'nin karikatür dergisi koleksiyonu vardı. Louis ufak tefek hikayeler yazmaktan hoşlanırdı, Harry'yi de defterine hikaye yazarken yakalamıştı.

Bu benzerlikler yüzünden ona sinir olmaya başladı. Yedi yaşındaki bir çocuk aklı ancak böyle çalışıyordu işte.

Neyse ki Harry aşırı dost canlısıydı ve Louis ile arkadaş olabilmek için ölüyordu. Bu sayede yakın dostlar olmuşlardı. En azından Harry'nin ailesi oradan taşınana kadar.

Yine de ortaokulu bitirene kadar Louis ve Harry iletişimi hiç kesmedi. Telefonlarında internet yoktu o zamanlar, birbirlerine mektuplar göndermekle veya ateş pahası olmasına rağmen kısa mesaj çekmekle iletişim kurmuşlardı.

Yavaşça kutunun kapağını açtı, neredeyse taşacak olan kağıtlardan en üsttekini aldı. Harry'nin küçükkenki çarpık yazısıyla yazılmış tatlı bir nottu. Louis bunu görür görmez kulaklarına kadar gülümsedi. Kağıdı eline aldı, üzerine beyaz çarşaf serilmiş olan ufak puf koltuğa bıraktı. Daha estetik bir görüntü oluşturma amacıyla, annesinin duvara astığı kurumuş güllerden birini de alıp notun kenarına bıraktı.

Harry'ye attığı son mesaj beş ay önceydi. 'Doğum günün kutlu olsun.' yazmış, karşılığında da 'Teşekkürler' cevabını almıştı. Aralarındaki muhabbet son birkaç yıldır bu şekildeydi. Sadece birbirlerinin doğum günlerini kutluyorlardı o kadar.

Aslında insanlara ilk mesajı atmayı sevmezdi. Hele ki aylar sonra ilk mesajı atmaktan hiç hoşlanmazdı. Ama şu sevimli notu Harry'ye göndermezse içi rahat etmezdi bir kere. Onun da bunu hatırlaması şarttı.

Dizlerinin üstünde doğruldu, telefonunun kamerasını açıp notu ve gülü kadraja aldı. Gölgesinin düşmediğinden emin olduğu bir pozisyonda fotoğrafı çekti ve paylaş kısmını seçti. Ekranda Harry'nin adına basarken, bir devri yeniden başlattığının farkında bile değildi.

HOMECOMINGWhere stories live. Discover now