16. BÖLÜM - ÇIĞIRINDAN ÇIKMAK

29.5K 2.1K 709
                                    

Değişen tek şey, hiçbir şeyin değişmediğiydi. En azından Dağhan ve benim cephemde durum buydu ve bu giderek daha yorucu olmaya başlıyordu. Bir şeyleri kabullenmiş olmam, bu adama boyun eğeceğim anlamına gelmiyordu ve o tepeme bir zebani gibi çökmüşken, durmadan ve yorulmadan konuşurken sabretmem giderek daha zor oluyordu.

"Kes artık!" diye bağırdım en nihayetinde. Öfkeden deliye dönmüş olan bu adamın tek derdi bendim sanki. Beni deli etmek onun için vazgeçilmez bir hobi haline gelmişti.

"Ne o?" derken iyice dibime girdi. Burun buruna gelmiştik şimdi. "Gerçekleri duymak hoşuna gitmedi mi?"

"Ne gerçeğinden bahsediyorsun sen be?" diyerek göğsünden ittim onu. Bundan birkaç hafta önce olsaydı ona işlemezdi bu ama artık en az onun kadar güçlüydüm ve bu gücün son derece farkındaydım. Bu yüzden geriye savrulmasına şaşırmadım. Şaşırmadığım gibi bu kez üzerine yürüyen ben oldum.

"Gerçekmiş," dedim dalga geçercesine. "Ben burada olmaya çok meraklıymışım gibi bir de arkadaşımı mı getireceğim bu cehenneme? Neyin kafasını yaşıyorsun sen?"

"Cehennem?" diye sordu öfkeyle. Sıkılan yumruklarına dişleri de eklenmişti şimdi ve gözleri sarıyla parlıyordu. Birazdan işler çığırından çıkacaktı ama bu beni zerre korkutmadı.

"Evet, cehennem," diye direttim. Şimdi onun gibi dişlerimi sıkıyordum ben de.

"Gelmeseydin o zaman! Pek sevgili annenle dönseydin İzmir'e. Seni zorla mı tutuyorum burada?"

"Hah!" diye yükselttim sesimi. "Çok meraklısın değil mi beni postalamaya? Başının belasıyım çünkü. Seni deli ediyorum, sana boyun eğmiyorum ve sen buna katlanamıyorsun."

İşaret parmağımı göğsüne gömdüm.

Bu kavgayı o başlatmıştı ve benim geri durmaya niyetim yoktu.

Göğsüne doğrulttuğum elimi tek hamlede kavradı. Bileğimi geriye doğru bükerken, burnumun dibine girdi. Nefesim onunkine karışırken, bileğimden yükselen çıtırtı sesleri giderek yükseliyordu. Bu adam beni öldürmeyecek olsa bile kemiklerimi kıracağı kesindi.

"Kesin şunu!"  diye bağıran Samet Dayı'nın aramıza girme çabası kifayetsiz kalırken, Derya Teyze'nin elini kalbine koyduğunu gördüm göz ucuyla.

"Onu buraya sen çağırdın," dedi suçlarcasına Dağhan. Bileğim iyiden iyiye bükülürken, acı katlanılmaz seviyeye geliyordu. Gözlerim yanıyor, içimde tarifi imkansız bir öfke büyüyordu. Bu, kurt yüzünden miydi?

"Ben çağırmadım seni geri zekalı!" dedim dişlerimi sıkarak ama bu bana yetmezdi. Kana susamış canavar bir kere uyanmıştı ve dişlerinden kan damlayana kadar dur durak bilmeyecekti. Bu yüzden boşta kalan elimi Dağhan'ın boynuna sardım ve o nasıl benim bileğimi büktüyse, ben de onun boğazını sıktım. Tırnaklarım kontrolsüz bir şekilde uzayıp kalınlaşırken, kan boynundan aşağı doğru ince bir yol çiziyordu. Tişörtünün yakasını aşmış, göğsüne doğru akmıştı.

Dağhan'ın eli bileğimi tam olarak çevirdiğinde duyulan şey sadece çıtırdı olmadı. Kemiğim ortadan ikiye ayrıldı. Elim garip bir açıyla iyileşmeye başlarken dudaklarıma geçirdiğim dişlerim dudaklarımı patlattı. Dağhan kırdığı elimi henüz bırakmamıştı ama benim sabrım çoktan taşmıştı.

"Piç herif," diye tısladım dişlerimin arasından. Boğazına sardığım elimi çekip, hala bileğimi tuttuğu gerçeğini görmezden geldim. Vakti zamanında Cesur'un kendimi koruyayım diye öğrettiği şekilde tekme savurdum karnına. Kurdun orantısız gücü Dağhan'ı benden koparıp salonun diğer tarafına fırlattı. Çoktan birer pençeye dönmüş olan ellerimi iki yana açtım. Gözlerim doğruca Dağhan'dayken, bizi durdurmaya çalışanları duymuyordum bile.

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin