20. BÖLÜM - ANLAMSIZ DUYGULAR

26.6K 2K 1.2K
                                    

Gözlerimi açtığımda karşılaştığım şey demir yığınından oluşan bir tavan oldu. Bedenime sarılmış kollar Dağhan'a aitti ve ben o kollara sımsıkı tutunmuştum. Önceki gibi onu yaralamamıştım belki ama bu can havliyle sarıldığım kollarını hunharca sıkmadığım manasına gelmiyordu.

"Pera?" diye sordu. Endişeli yeşilleri yüzümde geziniyor, en ufak bir mimik hareketimde göz bebekleri kocaman büyüyordu. "İyi misin?"

Başımı iki yana salladım. Üzerime çöken halsizlik öncekilerden daha hafifti ama yerimde doğrulmakta büyük problem yaşıyordum. Sert, beton zemin kalçamı acıtıyor, Dağhan'ın kollarında yayıldıkça yayılıyordum.

"Herkes nerede?" diye sordum önceki sorusuna sesli bie yanıt vermeyi es geçerek. Açıkçası bu şey yaşandığında ve ben bilincimi kaybettiğimde yukarı seslenmesini beklemiştim. Oysa etragta ondan baika kimse yoktu ve duyduğum anlamsız mırıltılar üst kattan geliyordu. Muhtemelen Samet Dayı ve diğerleri küçük bir toplantıdaydı.

"Gittiler. Hatırlamıyor musun?"

Başımı salladım. "Hatırlıyorum ama geri gelirler sanmıştım."

Kısık sesimle söylediklerim altında derin anlamlar barındırıyordu. Ben ne zaman hasta olsam yalnızlığım yüzüme bir tokat gibi çarpardı. Şimdi de yalnızdım ve bu kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu.

"Bunu konuşacağız," dedi kısaca Dağhan. Sırtımda ve karnımda olan kollarının tutuşu sıkılaşırken, neredeyse bana sarıldığını söyleyecektim. Oysa onun yaptığı şey ayağa kalkmama yardım etmekten başkası değildi. Kalbim kırıldı.

"Ne gördüğümü sormayacak mısın?"

Başını salladı. Ağırlığım hala onun üzerinde olduğundan dolayı ayakta bile durmuyordum. Öyle ki karnımdaki eli çekilmiş, sırtıma doğru yaslanmıştı. Sonra az önce bana sarılmadığı için kırıln kalbim yavaşça onarıldı çünkü Dağhan sırtımda duran kollarıyla beni kendine çekti ve göğsüne bastırdı. Burnum omzuna yaslanırken, "Onun da sırası gelecek," diye mırıldandı. Anlamsızca titreyen ellerim sırtınds yer buldu. Toprak kokusu burnumu okşadı.

"Sana seslendim," dedi Dağhan. "Tepki vermedin. Sanki ölmüş gibiydin ve bu öncekilerden daha uzun sürdü."

"Korktun mu?" diye sormaktan alamadım kendimi. Reddetmesini bekledim, hatta beni itmesini ama yapmadı. Onun yerine tutuşunu sıkılaştırıp başını boynuma gömdü. Bu evet mi demekti?

"Ben... Sanırım ne olduğunu biliyorum," derken tereddütlüydüm. Buna rağmen kelimeler ağzımdan çıkmıştı ve bu Dağhan'ın kaslarının gerilmesi için yeterliydi.

"Ne?"

"Beyaz kurt... Sıla... Geldiği yerde benim gibi birisi var. Bir kadın... Ve o... Beni gördü."

İşte bu sözler Dağhan'ın hareketlenmesi için yeterliydi. Sırtımdaki elleri çözülmüş, omuzlarımı tutup beni hızla kendinden uzaklaştırmıştı. Henüz gücümü toplayamadığımdan bu hareketi dengemi kaybetmeme sebep oldu. Dağhan beni yeniden tutmasaydı yeri boylamam kaçınılmazdı.

"Nasıl?" derken, beni tutan kolları da kasılmıştı. Anlam veremiyordu ama sorun da buydu; ben de bir anlam veremiyordum.

"Bilmiyorum," diye itiraf ettim. Belimde duran elini tutma isteğimi geri çevirmedim. Bana ne oluyordu böyle? "Sadece bu olan şey sandığımız gibi kötü olmayabilir. Sıla uyanınca anlatacaktır."

Zorlukla toparladığım kelimelerin ardından Dağhan beni kucağına aldı. Bu iyiydi çünkü dizlerim de ellerim gibi titriyordu.

"Konuşacağız," dedi bir kez daha. "Hepsini konuşacağız ama şimdi dinlenmen gerekiyor."

DOLUNAY ||DÜZENLENİYOR||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin