Bölüm Şarkısı // Ed Sheeran - The A Team
*Jimin*
"Ama üzüntü demek; gece gündüz, uykuda olsun, uyanık olsun, vücuduna saplanmış bir oku taşımak demektir. Çekilir şey değil bu." Demiş Franz Kafka.
Bunu ilk kez ergenliğimde okumuş ve "Ne alaka," diye düşünmüştüm. O zaman da hayatım problemlerle doluydu ama ben fark edemeyecek kadar küçüktüm sanırım. Şimdilerde sürekli aklımda dönüp duruyordu bu söz.
Kötü giden bir hayatım var denemezdi. Her şeye rağmen gülümseyecek hatta ağız dolusu kahkaha atacak bir sürü şey oluyordu çevremde. Ama gelin görün ki içimdeki koca boşluğu dolduramıyordu hiçbir şey.
İlk başta Taehyung mevzusunu sebep göstermiştim hissettiklerim için. Sonra fark ettim ki onunla sevişip terden sırılsıklam olduğum zaman bile o boşluk orada olmaya devam ediyordu. Travmalarımdan diye düşündüm sonra. Sonuçta kabus görüyor, bilincimde bir şeylerle savaşıyordum. Zaman geçtikçe kabuslarım yerini yemyeşil kırlarda koşturduğum güzel rüyalara bıraktı. Boşluk hala ilk günki gibi oradaydı ama. Güzel bir rüyadan uyandığımda da orada beni bekliyordu.
Hep böyle mi gidecekti yani? Ben ve boşluğum olarak mı devam edecektik hayata?
Çok sorum vardı, çok çok fazla. Kötü yanıysa bunları kime soracağıma dair en ufak da bir fikrim yoktu. En iyisi yokmuş gibi davranmak sanırım. Koca bir boşluğu görmezden gelmek ve taşıdığım okun acısını yok saymak... Yapabilirim. Neden yapamayayım ki?
Gözlerimi hızla kırpıp gülümsedim ve anahtarı çevirdim. Çelik kapı açılır açılmaz dairenin içindeki sesler de gün yüzüne çıkmıştı.
"... Ben de seni zeki bir adam sanardım Joon. Ver şunu."
Terliklerimi sürüyerek balkona çıktım. Herkes burada toplanmıştı. Ben henüz yeni uyanmış ve aralarına katılabilmiştim. İlerleyip Taehyung'un çaprazında kalan kamp sandalyesine oturdum. Hala deli gibi uykum vardı.
"Ne yapıyorsunuz?"
Elindeki tamir aletleriyle duvardaki bir noktayla uğraşan Jin ve Namjoon hyunga sormuştum.
"Buraya priz çekmeye çalışıyorlar sanki yapılacak hiç başka iş yokmuş gibi."
"Oradan konuşacağına gel de yardım et şerefsiz Kurabiye."
Jin hyung yine yargı dağıtma gününde olduğundan ona hiç bulaşmadım ve ayaklandım.
"Kahve yapacağım var mı isteyen?"
Şezlonga deniz şortuyla uzanmış ve bulutları zar zor yarıp yer yüzüne ulaşan güneş ışıklarının altında güneşlenen Hoseok hyung elini kaldırdı. Bu hali gerçekten çok komik gözüküyordu ama sorgulamadım. Sonuçta kendisi hapishane koğuşunda salatalık maskesi yapan biriydi.
"İki kişi bir siki doğrultamadınız. Çekilin bakayım..."
Yoongi hyung söylenip priz çalışmasına dahil olurken balkondan çıktım. Taehyung'da arkamdan gelip bana yetişti.
"Uyandığında neden beni de uyandırmadın? Beynim pelte gibi, asla ayılamayacağım."
"Çok erken kalktım. O saatte uyanmak istemezdin bence. Dünya bile henüz uyanmamıştı, düşün."
"Niye erken kalktın ki?"
Kaşlarımı çatıp ona baktım. Omuz silkip ısıtıcıya suyu doldurmaya başladı.
"Bir işim vardı."
"Esrarengiz havan hiç hoşuma girmiyor biliyorsun değil mi?"
"Kaç kaşık atayım?"
Sanki dediğimi duymamış gibi yapıp kahve makinesi için soru soruyor olması beni sinirlendirmiş olsa bile uzatmadım.
"Dört."
O kavanozu açıyorken tezgaha dayanıp onu süzdüm. Saçları uzadığı için sarı tutamlarının dibi siyaha dönmüştü. Gözleri sanki günlerdir uyumuyor gibi şişti. Anlamıyordum. Her gece ikimiz de aynı saatte yatıyor olmamıza karşın o nasıl uykusuz kalabilirdi ki...
Dayanamayıp ona kollarının üzerinden arkadan sarıldığımda sanki bir yaraya bastırmışım gibi inleyip reflekse kendini çekti.
Kaşlarımı çatıp onu kendime döndürdüm.
"Ne oldu?"
Eliyle sağ kolunu tutup gergince gülümsedi.
"Bir şey olmadı."
"Tae ciddiyim. N'oluyor?"
Cevap vermek yerine gözlerini kaçırırken sinirlenmiştim. Oysa sanki bir şeyi kapatmaya çalışır gibi kolunun iç kısmını tutmaya devam ediyordu. Atılıp elini ittirdim.
"Jimin dur!"
Sağ kolunu tutup kendime yaklaştırdım. Kolunun katlanma yeri kızarıktı.
"Neden bunu benden saklıyorsun?"
"Saklamıyorum..."
O kolunu geri çekmeye çalışırken daha sıkı tuttum ve gözlerimi kısıp ize odaklandım. Bu bir iğne iziydi.
"Bu- bu bir iğne izi mi?"
Kolunu çekip benden kurtardı ve arkasını dönüp kahve makinesiyle ilgilenmeye başladı.
"Dün değerlerime baktırmak için bir kliniğe gittim ve orada kan aldılar. Önemli bir şey değil."
"Bu dünden değil. Bu yeni. Sanki- sanki iki üç saat önce yapılmış gibi."
"Dedim ya klinikten kan aldılar bu gün."
Öfkeyle onu kendime döndürdüm.
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Önce dün dedin şimdi de bu gün diyorsun. De- "
Uzanıp yüzümü ellerinin arasına aldı.
"Jimin bana inanman gerek tamam mı? Lütfen daha fazla kurcalama."
Başımı iki yana salladım. Korkmuş ve endişelenmiş olduğumdan ağlamama ramak kalmıştı.
"Ben- ben anlamıyorum. Neden bana anlatmıyorsun?"
Alnını alnıma dayadı.
"Bana inanman gerek. Lütfen..."
|| Normal yazdıklarıma göre kısa bir bölüm oldu farkındayım. Hem geçiş bölümüydü hem de sürekli uzun bölümler okumak sizi sıkabilir diye düşündüm... Bu bölümdeki detayları kaçırmayın lütfen. Görüşmek üzere. Be happy, stay happy!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
IDYLLIC pt. 2 DEPAYSEMENT || vmin
Fanfiction"Var olan her kusursuz şeyin ardında acılar gizliydi. En sıradan çiçeğin açması için dünyanın çile çekmesi gerekiyordu." IDYLLIC serisinin ikinci kitabıdır. İlk kitaptan sonra okunması önerilir. ~ Argo, madde kullanımı ve cinsellik içerebilir. ~ E...