bölüm bir

1.9K 250 102
                                    

bölüm şarkısı: fazıl say - insan insan
 
 
 
  
Abim bu hayattan göçüp gittiğinde daha on bir yaşındaydım. Altıncı sınıfta okuyor, yaşamın ne demek olduğunu yeni yeni kavrıyordum. En başta söylediğim gibi, babası olmayan her çocuk gibi birden bire büyümüştüm. Neyin ne olduğunu anlayacak kadar olgundum. Abim öldü, böylece okulda öğrendiğim dersleri boş duvarlara anlatmaya başladım. Onun sıcak kollarını ve yumuşak yanağını özlüyordum. Yine de ağlayıp sızlanamazdım çünkü annem üzülüyordu. Onu daha fazla üzemezdim.

Hani sürekli ikilemli sorular sorarlardı. Mesela 'ışınlanma yeteneğiniz mi olsun istersiniz yoksa zamanda yolculuk mu?' gibisinden. Böyle sorulara cevabım hep geçmişimi unutmak olurdu. Çok fazla takılıyordum geçen zamana. Anılar ileriye gitmeme izin vermiyordu. Sonuç olarak ne bu anı, ne de geleceğimi güzel bir şekilde yaşamama izin veriyordu.

Kapının açılma sesini duyduğumda salonun ortasındaki eskimiş iki kişilik koltukta oturuyordum. Bedenim öne eğikti ve ellerim iki dizimin arasındaydı. Yere eğik başımı kaldırmakta zorluk çekiyordum. Titreyen bacaklarımla buraya kadar gelebilmiş olmam bile mucizeydi.

İsminin Jeon Junghyun olduğunu öğrendiğim adam nefes nefese kendisini benim olduğum küçük oturma odasına attığında 'tanrım' diye mırıldandığını duydum. Kalan tüm gücümle gözlerimi ona çevirdiğimde iki koca adımla hemen dibimde bitmiş ve ondan beklemediğim bir haraket yaparak ayaklarımın ucuna dizleri üzerinde çökmüştü. İrkilerek geri çekilmek istesem de elleri hemen dizlerim arasına sıkıştırdığım ellerimi buldu.

"Benden asla korkma ve çekinme, Jimin. Ben babanın kuzeniyim. İsmim, Junghyun. Jeon Junghyun." Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Kızarık ve titrek gözleri tam gözlerime kitlenmişti.
"Sana asla zararım dokunmaz. Kırk üç senelik hayatım boyunca kimseyi görmek için bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Kime benzediğini çok merak ediyordum. Annene benziyormuşsun."

Yutkundum. Benim otuz yaşlarında dediğim adam kırk üç yaşında çıkmıştı üstelik babamın kuzeni olduğunu söylüyordu.

"Annemi- annemi tanıyor muydunuz?"

"Tabii ki! Babanla annenin düğününde şahitleri olmuştum. Abin Minji doğduğunda hastaneden ben almıştım onları. Fakat sonra yurt dışına çıkmak zorunda kaldım. Geleli birkaç sene oluyor. Olanları duyunca gerçekten inanamadım."

Bedenim ikinci bir şok dalgasıyla titredi. Annem bana asla ne babamdan ne de onun ailesinden bahsederdi. Çünkü ne zaman bunu yapmaya kalkışsa sesi titrer, ağlamaya başlardı. Hâlâ ellerimi tutup, yaşlı gözleriyle yüzümü inceleyen adama ne cavap vereceğimi bilemiyordum. Kahverengi boncuk gibi gözleri vardı ve ön iki dişi uzundu. Ayrıca kırk üç yaşında kesinlikle ama kesinlikle görünmüyordu.

"Babam yaşıyor mu? On yedi senedir neredeymiş?"

"Bunların hepsini bize gidince konuşuruz. Ama bilmen gerekiyor ki ben annenle buraya geldiğimden beri iletişimdeydim. Minji'nin öldüğünü öğrenince çok yıkıldım. Fakat yemin ederim annen bana kanser olduğundan bahsetmemişti! Seni görmek istediğimde de hep okulda olduğunu söylüyordu. Son bir senedir neredeyse iletişimimiz kopmuştu. Dört gün önce telefonla beni arayıp her şeyi anlattı. Yerinizi söylemediği için bulmam uzun sürdü ne yazık ki... Seni almaya geldim, Jimin. Olman gereken yere götürmeye geldim."

Kaşlarım çatıldı. Duyduğum hiçbir şeyi idrak edemiyordum. Annem neden beni onunla görüştürmek istememişti ki? Neden bile bile ölüme yürümüştü? Ben onu yaşatmak için böylesine çabalarken neden pes etmişti? Beni yapayalnız bırakmayı göze alacak kadar mı nefret ediyordu babamdan ve ailesinden?

el diabloWhere stories live. Discover now