bölüm sekiz

1.4K 205 68
                                    

Cem adrian - ben seni çok sevdim

"Alnımı dayayıp camlara
Turuncu bir yangına,
ayaklanan anılara
Dayayıp alnımı akşamlara
Günün bitişini seyrediyorum
saatlerce
Gözlerimi kırpmadan,
başımı çevirmeden
Bir gün - diyorum - kısacık bir gün
Nasıl da benziyor, insanın
Bütün bir ömrüne..."

Ömrümüzün bütün günlerini birbirimize veda ederek, yarın görüşürüz deyip bize de bunun dendiğini işiterek geçiriyor olmamız ve mukadderat gereği, o günlerden birinin bu kişilerden biri için son gün olması, ya yarın görüşürüz dediğimiz kimsenin ya da bunu diyen kendimizin artık hayatta olmaması çok garip değil miydi?

Yine Jose Saramago'nun fikirlerini ilahi sözcükler gibi sorgusuz sualsiz gerçek kabul edip onlar hakkında düşündüğüm bir sabahtı. Son on altı gündür olduğu gibi apartmanın tam karşısında Bogum'un gelip beni almasını bekliyordum. Üzerimdeki Kolej'e özel olarak yapılmış kıyafetler ve sırtımda test kitapları ile kendimi garip hissediyordum. En azından intiharın eşiğinden döndüğüm günki o hisslerimin bedenimi teker teker hissetmesi garipti. Asıl garip olan ise hissiz değildim, tam aksine o hisler gitmiş ve yerine yenileri gelmişti.

Taehyung haftanın bazı günleri benimleydi. Üzerimde birkaç kıyafet tasarlayıp beni kendisine model olarak seçmişti. Market alışverişine çıkarken Bogum mutlaka bize katılıyordu. Derslerin bitiş saati onun işten çıkış saatine denk gelmiyordu fakat her gün cezaya kalan Yoongi ile birlikte oturup ders çalıştığım için bunu da bu şekilde halletmiştik.

Min Yoongi... evet o da bambaşka bir dünyaydı. Öncelikle bay Jinyoung onu zeki bir öğrenci olarak tanıtırken gerçekten bu kadar derin bir adam olacağını tahmin etmemiştim. Hayatımda tanıdığım en rahat ruh, en sağlam vücut, en özgür haykırış onundu. Birilerinin veya bir şeylerin altında ezilmemeye yemin etmiş gibiydi ve tek yumrukta yere serdiği herkesi haklı bir şekilde dövmüştü. Pekâlâ, şiddete karşıydım ama hak ediyorlardı.

Anlattığı kadarıyla Yoongi'nin annesi, babasını, Yoongi'nin o zamanlar sevdiği ve açılmak üzere olduğu çocuğun babasıyla aldatmış ve yakalanmışlar. Geçmiş zaman tabirleri kullanmak ne kadar doğru emin değilim çünkü Yoongi ne zaman o çocuktan bahsetse gözleri doluyor, sesi titriyor ve art arda yutkunuyordu. Eh, bu aldatma olayından sonra tüm okul o ve annesi hakkında iğrenç tabirlerde bulunuyor haklı olarak Yoongi de hepsini tartaklıyordu.

Ben ise ona pek bir şey anlatmamıştım. Önce ilk gün benimle okula gelen Bogum ve Jungkook'un abilerim olup olmadığını sormuş, ben ise olayı kısaca özetlemekle yetinmiştim.

Her gün tam olarak geldiği zamanın üzerinden 10 dakika kadar geçmişti fakat Bogum hâlâ etrafta görünmüyordu. On altı günlük yol arkadaşlığımız onun hakkında yeni bir bilgi daha edinmemi sağlamıştı; dakikti. Hatta deli gibi dakikti. Taehyung hep 'benim sevgilim de benim gibi dakik, yardım sever ve işkolik bir oğlak burcu' diye övünüyordu ki haklıydı da.

Birkaç dakika daha bekledim. Tam telefonuma uzanıp nerede olduğunu sormak için arayacağım sırada sokağa, tanıdık araç giriş yaptı. Kaşlarım hayretle kalktı çünkü gelen kişi kesinlikle Bogum değil, Jungkook'tu.

Son on altı gündür bir kez bile görmediğim, konuşmadım ve hakkında düşünmemeye çalıştığım Jeon Jungkook.

Onu görmek istediğimden pek emin değildim. Açıkçası, bir süredir anneme ve abime olan acım ve özlemim içinde kıvranan kalbimi o gece söyledikleriyle epey kırmıştı. Söyledikleri garipti, anlamsızdı. Bana acımıştı. Kendime bir şey yapmamdan korktuğu için benimle ilgilendiğini ima etmesi hoş değildi. Benden hoşlanmıyordu ve pekâlâ ondan uzak durmak da benim için bir sorun teşkil etmiyordu.

el diabloWhere stories live. Discover now