bölüm iki

1.5K 238 98
                                    

esmeray- unutama beni
 
  
  
  
  
 
Annem bana hep çok düşündüğümü ve bunun beni hasta edeceğini söylerdi. Yani, hatırladığım kadarıyla bunu yıllarca sürekli dile getirirdi. Ne düşündüğümü sorduğunda verecek bir cevabım yoktu. Sadece düşünüyordum. Geçmişte olanları, gelecekte olacakları ve tüm endişelerimi. Zaten sorun hep bu olmuştu; şu anımı yaşayamıyordum. Ya geçmişe takılıyor ya geleceğe dair hayal kuruyordum.

Düş kırıklı­ğıyla, üzüntüyle, sevgi özlemi, hiçlik ve ayrı olma korkusuyla doluyken yaşama şansına bir kez sahip oldu­ğumu aklıma getiremiyordum. Bu benim tek şansımdı. Zihinsel engelli bir abiyle doğmuş, onu kaybetmiş, annesi kansere yakalanmış, onu da kaybetmiş, hiçbir zaman bir babaya veya akrabaya sahip olmamış, annesini toprağa verebilmek için evdeki tek para eden şeyi, buzdolabını satmış kimsesiz bir çocuktum. Tek yaşam şansım vardı ve hikayem buydu.

Uyandığımda hava hafiften kararmıştı. Benim için ayarladıkları odanın içinde gözlerimi kısaca dolaştırdım. Duvar kağıtlarından yerdeki halıya, yatak başlığından kıyafet dolabına kadar her şey krem rengiydi. Gözümü açıp, on yedi senemi sürdürdüğüm evimizin salonunu mutfağına katsak bu odadan küçük kalırdı. Kendine özel banyosu ve balkonu bile vardı. Derince soludum. Babamın evi de böyle miydi acaba? Onun da şöförler kapısını açıp, sofrasına yemeyeceği onlarca yemek konuyor muydu?

Bunları düşünmek beni incitti ama durduramadım kendimi. Ben sefalet ve çaresizlik içinde ömrümü sürdürüp, her şeyimi, ailemi, hayallerimi, çocukluğumu kaybederken onun lüks içinde yaşaması nefesimin kesilmesini sağladı. Oğlu ölmüştü, karısı ölmüştü... hiçbir şey hissetmemiş miydi yani? Nasıl olabilirdi ki bu? Zamanında sevdiği karısını, kendi kanından olan çocuğunu kaybetmek nasıl ona hiçbir şey hissetirmemiş olabilirdi.

Bedenime gelen ani titreme, üzerimdeki krem rengi hırkamın beni uyurken açık pencereden üzerime vuran ilkbahar rüzgarına karşı koruyamadığının farkına varmamı sağlamıştı. Evden çıkmadan önce cebime sıkıştırdığım fuları hatırladığımda düşürebilme ihtimalimin yarattığı endişe dalgasıyla hırkamın ceplerini yoklamış fakat orada olduğunu anlayınca derin bir nefes almıştım.

Ben öylece oturmuş düşünürken odanın kapısı aniden açıldı ve irkilmeme neden oldu. İçeriye giren beyaz önlüklü kadın da aniden irkilmiş ve "Özür dilerim kapıyı çalmayı unuttum. Çok özür dilerim efendim." Diyerek birkaç kez eğilmişti karşımda. "Bu oda hep boş olurdu, ani dalgınlığıma geldi. Lütfen özrümü kabul edin."

"Sorun yok, hanfendi. Özür dilemenize de gerek yok."

"Bayan Jeon'un bir arkadaşı kaza geçirmiş bu yüzden aniden çıkmak zorunda kaldı. Bay Jeon saat on bir'e kadar döner. Akşam yemeği birkaç saat içinde hazır olacak." Gülümseyerek bilgi verip, önüne düşen birkaç saçı geriye itti. Hâlâ utanıyor gibi duruyordu. Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Ah, şey... Jungkook nerede peki? Yani, evde mi hâlâ?"

"Kendisi alt kattaki spor salonunda."

Spor salonu... evlerinde gerçekten spor salonu mu vardı? 'Delilik' diye düşünüyordum. Bunca gösteriş, bunca para, bu zenginlik gerçekten çılgıncaydı. Üç sene önce satmak zorunda kaldığımız televizyondan izlediğim o dizilerdeki patronların evleri gibiydi burası. Evin kendisine ait alışveriş merkezi falan çıksa şaşırmayacak duruma gelmiştim.

"Beni oraya götürebilir misiniz?"

"Tabii efendim. İsterseniz siz dolaptan üzerinize uygun bir şeyler seçebilirsiniz bu arada. Ben de aşağıdaki mutfaktayım."

el diabloWhere stories live. Discover now