0 : the guy who being muscular, handsome and tall

2K 139 19
                                    

ep

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

ep.0

the guy who being muscular, handsome and tall

Sağ, sol.

Dikkatini dağıtma.

Sağ, sol.

Sakince derin derin nefesler al.

Sağ, sol. 

Dış sesleri duyma Roseanne.

"Jennie!" diye bağırarak oturduğu yere döndüğümde ve onu artık orada görmediğimde gözlerimi kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Kaçmıştı.

Gözlerimi aralarken sızlanarak elimdeki boks eldivenlerini yere bırakıp kenardaki su şişemi yerden aldım ve birkaç yudum içerken bir yandan da nereye kaybolduğunu bulmak için gözlerimle spor salonunun içini tarıyordum.

"Tanrım," diye bir fısıltı sesi duyduğumda kısık gözlerle arkama dönerken önüme gelmiş saçlarımı geri ittiriyordum. "Bana vuracaksın sandım."

"Spor yaparken dikkatimi dağıtmamanı kaç kez söyledim?" diye mırıldandım. Aldığım derin nefesler işe yarıyordu. "Ben, sen yoga yaparken son ses heavy metal açıyor muyum?"

"Ama—"

"Ama gerçekten, o kaslı, uzun boylu ve yakışıklı çocuk beni ilgilendirmiyor."

"Bir de uzun saçlı." dedikten sonra aydınlanmış gibi sırıtmaya başladı. "Daebak, Roseanne. En azından beni dinlemişsin."

Ben takıldığı yere inanamazken o sırıtmaya devam etti.

"Bende Jennie'ysem sizi sevgili yapacağım." diye mırıldandı ama duyduğumu biliyordu, hem duymamam hemde duyabilmem için garip bir tonda çıkmıştı sesi. Gelecekte bir şeyler yapacağını şimdiden haber veriyordu kısaca. Önceden yaptığı gibi.

"Öyle bir şey olmayacak."

"Bu sefer farklı olacak hem, Jungkook'u yakından tanıyorum. Onun gibi bir insan değil."

"Jen," dedim gerginlikle yanaklarımın içini ısırırken. "İstemiyorum."

Omzunu silkerek yanımdan uzaklaştı ve yoga odalarının olduğu koridora girdi. 

"Tanrım," Boynuma indirdiğim beatsleri tekrar takıp müziği başlattım. Derin bir nefes daha verdim, şişeyi yere bırakırken eldivenleri tekrar ellerime geçirdim."Ben ne günah işledim?"

"Benim gibi bir arkadaşın olduğu için sevap işlemiş olman gerek." diye seslendiğinde göz kırparak odaya girdi ve kapıyı kapattı. Gözlerimi devirerek önümdeki siyah kum torbasına bir bakış attıktan sonra derin birkaç nefesin ardından vurmaya devam ettim.

Yaklaşık 10 dakika önce yanına gelmiş ve tanımadığım o çocuktan bahsetmeye başlamıştı. Tam 10 dakika boyunca çocuğun genel bilgilerini öğrenmiş sayılırdım. Babasının hastanesinin ortağının oğluydu, yakından tanışıyor olmalılardı. Boyu, kilosu, ailesi, yakın arkadaşları, yurtdışından yeni gelmesi....adını hatırlamıyordum. Adı ne demişti?

Beni ilgilendirmiyordu.

Süremi doldurduğumda eldivenleri yerine bırakıp şu şişemle beraber soyunma odasına ilerledim. Bugünlük yeterliydi. Krem rengi kapıyı açtığımda aynı anda arkadaki erkek soyunma odasının kapısı açılmıştı, ben içeri girerken diğer odadan biri çıkmıştı, kapıyı kapattığımda koridordaki mentollü şampuan kokusu da gitmişti. Birkaç adım ilerleyip dolabımı açtığımda çantamla beraber yanıma havlularımı da alıp boş duş kabinlerinden birine girdim. İçeride birkaç kişi vardı, spor sonrası dedikodu zamanıydı onlar için. Tam olarak tanımıyordum ama salondaki herkesi sima olarak biliyordum düzenli olarak geldiğimden.

Bende maalesef kulak misafiri oluyordum konuşmalarına.

Duştan çıkıp üzerimi giyindikten sonra ıslak saçlarımın üzerine geçirdiğim kapüşonlumla salondan çıkarken aklıma soyunma odasındaki konuşmalar geldi. Yüksek ihtimaller sonucu bugün Jennie'nin bahsettiği çocuk hakkında konuşmuşlardı, New York'tan yeni geldiğinden bahsetmişlerdi. Salona üye olduğunu da öğrenmiştim sayelerinde. Bahsettikleri hastanenin iki hissedarı vardı ve birisi Jennie'nin babasıydı. Diğer hissedar da ünlü bir cerrahtı. Onun oğlu hakkında konuşmuşlardı.

Açık renkli, dizleri yırtık kot pantolonumla beyaz v yaka ince tişörtümü giyip, saçlarımı salık bırakmıştım tam kurutamadığımdan. Üzerime de fazla kalın olmayan swesthirtümü giymiştim, Ağustos ayının sonlarındaydık ancak Seoul'de havalar çoktan soğumuştu. Yağmurlar durmuyordu son iki haftadır.

Bugün kendimi fazla yormuştum, kollarımda ince bir sızı vardı.

Jennie: neredesin?
(13.20)

Roseanne: starbucks'a girdim şimdi

Jennie: büyük boy sade filtre kahve

Jennie: ayılmam lazım geliyorum yanına

Roseanne: bekliyorum
görüldü(13.23)

Siparişleri alıp köşeye geçtiğimde Jennie hızlı adımlarla yanıma gelip karşıma oturmuştu ve ıslanan kadife bucket model şapkasıyla çantasını masanın çevresindeki üçüncü koltuğun üstüne koymuştu. Çevremizdeki çekingen bakışları hissediyordum. Seoul'ün en seçkin hastanesinin baş hekiminin kızıyla, en seçkin avukat bürosunun baş avukatının kızı aynı masada oturuyordu onlar için. Bizse bu terimleri umursamıyorduk bile, bize göre farklı olan hiçbir şey yoktu. Babalarımız tanınıyor diye biz de tanınıyorduk sadece.

"Bil bakalım ne haberi geldi," dedi telefonunu masaya bırakıp kahvesinden içerken. Kaşlarımı kaldırıp ona bakarken kapüşonumu başımdan aşağı indirmiştim.

"Yeni bir davet var, benimkiler de katılıyor, seninkiler de."

O gülerken ben bıkkınlıkla kafamı dışarı çevirmiştim. Ailelerin içinde bulunduğu davetlerden hoşlanmıyordum. 

"Bir de sana bugün bahsettiğim çocuk varya," dediğinde yüzümü tekrar ona dönmüştüm. "Çıkmadan önce koridorda karşılaştık."

old woundsWhere stories live. Discover now