〄 Knotted Routes

90 6 21
                                    

Sᴇɴ ɢɪᴛsᴇɴ ʙɪʟᴇ ʙᴇɴɪᴍ ɢɪᴅᴇᴍᴇʏɪşɪᴍ ɢᴏ̈ᴢᴇᴛɪʀ ʙᴜ sᴏᴋᴀᴋʟᴀʀı.

Koyu ve puslu bir grilik. Hayasızca akın etmişti gökyüzüne. Acı bir sessizliğin ağırlığı nem tutmuştu kırıklarla dolu camında. Tarumar edilmişti gezindiği tüm sokakları. Sadece çalışan birkaç tane aydınlatmanın silik ışıkları kalmıştı geride, solgun hayatının devam ettiğini kanıtlamak istercesine. Beklentilerden arındırdığını sandığı varlığı gecenin bir vakti kapısının önünde bulmuştu kendini. Çatlamış camından dışarıya baktığı o kapının ardındaki, kışın soğuğuyla buz tutan 'boş' mermer taşına takılmıştı gözleri.
İşte o an, aylardır farkında bile olmadığı bir bekleyişin çaresizliğini tattığını hissetmişti genç adam. Parmak uçları, o boşluk kadar dondurucu olan çatlakların üzerinde hareket ederken kendi için çizilen kaderin lacivert çentiklerine takılıp kırmızıya bulanmıştı ama yine de, isyanını duyurmamaya yeminli gibi bir an olsun açılmamıştı solgun dudakları. Sadece susmuş, susmuş ve izlemişti kendi ellerinde var ettiği o soğuk çölü. Kum denizinin üzerinde görmeye alışık olduğu pati izlerinin yokluğunu kazımıştı kalbine. O izler gibi kaybolduğunu hissetmişti.

Ne zamandır o kapının önünde öylece beklediğini bilmiyordu. Belki hemen evinin önünde beliren far ışıkları gözlerini kamaştırmasa, uzun bir süre daha oradaki boş mermer taşına bakmaya devam edebilirdi. Parmak uçlarını kırık camın üzerinden çektiği anda zihnini bulandıran kızıl kahveler silinmeye başladı. Fakat lacivert çentikler bu sefer boğazına takılmış, nefeslerini buhranlamıştı. Gerçi genç adam için rahat nefes alabilmenin pek bir önemi yoktu. Kendine sorun ettiği şeyler oldukça azdı ve bunlardan hiçbiri de mutlu olmak eyleminin yakınından dahi geçmiyordu. Yaşantısı görev ve gerekliliklerden ibaretti. Çevresi ise çürük renklerle boyanmış bir tabloya benzetilebilirdi. Olabildiğince karanlık ve pürüzlü. Her adımında tadını aldığı bu ölü renklerin arasına nadiren canlı renk damlaları düşer ve genç adam onlara yaklaştığı an tablo yeniden kirlenirdi. O kadar uzun zamandır bu tablonun içindeki bataklıktaydı ki artık kendi öz rengini bile unutmuş gibiydi. Daima hatırladığı saf birkaç renk kalmıştı sadece. mercanlı kayısılar, canlı burgonyalar, koyu turkuazlar, palatinate morları... Palatinate moru. Hiçbir renk onun kadar çarpıcı değildi Seokjin için. Sürekli ışıldayan, ve saflığıyla birlikte Seokjin'in bütün hayatına aykırı olan... Genç adam ne kadar ondan kurtulmaya çalışırsa çalışsın bugüne kadar hep karşısına çıkmaya devam etmişti. Onun varlığına karşı başlattığı savaşta sürekli bir hezimete uğramış, hep kaybetmişti. Fakat ilk kez bugün bir zaferin acı tadı vardı Seokjin'in ruhunda. Günlerden cumartesiydi, Palatinate moru yoktu. Ve aylardır kendine düşman ettiği o rengin yokluğu, varlığından çok daha can yakıcıydı.

Zihninin bulanık duvarlarından sıyrılıp çoktan verandasına çıkmış olan adama yavaşça kapısını açtı. Hala kendisini kör etmek ister gibi yanmaya devam eden far ışıklarına karşı gözlerini kısarken hemen önündeki adamın yüzünü göremiyordu ama görmesine de gerek yoktu. Her zamanki gibi kahverengi takım elbisesi, ceketinin yakasına takılı okuma gözlükleri, sağ baş parmağına taktığı baykuş başlı altın yüzüğü ve çenesinin iki parmak altında biten sakalları ile, saygı duyduğu adam tam karşısındaydı. Kısaca tarif etmek gerekirse; Yanık Toprak, adımları kendi önünde durduğunda Seokjin, yavaşça eğildi ve onu selamladı.

"Amca." Bay Kim, yüzünde oluşan samimi gülüşle birlikte ona yol vermek için kenara çekilen yeğenini selamladı ve daha önceden öğrendiği olayın ardında kalan ize göz ucuyla bakarken içeriye adımladı.

Silent Cemetery of The Igniting HeartsOù les histoires vivent. Découvrez maintenant