〄 Fennec Fox

556 40 138
                                    

Yᴜ̈ᴢᴜ̈ɴᴜ̈ ɢᴏ̈ʀᴍᴇᴋ ʙᴇɴɪᴍ ɪᴄ̧ɪɴ ᴏɴᴜɴ ʀᴜʜᴜɴᴀ ᴀᴅᴀᴅığıᴍ ʙɪʀ ᴀʏɪɴᴅᴇɴ ғᴀʀᴋsıᴢᴅı.



Parmaklarının ucunda sallanan ruhumu izliyordum sessizce. Ne zaman kayıp gidecek oradan, ne zaman kopacak tırnak etten? Bilmiyordum, sadece bekliyordum işte. Dilime dökülmeye çalışan sözcükler tükürüklerimde boğuluyordu, yutkunamıyordum. Onlarla birlikte ben de boğuluyordum. Her salise bedenime dolanan dikenli tellerle birlikte dibe varıyordum, yine de o parmak uçlarından ayrılamıyordum. Çamura bulanmış satırlar cam kesikleri gibi. Attığım her adımda yeni bir yara açıyordu kalemime. Artık yüzüme bir is gibi sinen çürük gülümsemelerim yerleşiyordu dudaklarıma yine. Biliyordum, mazoşistliğin en ağır tanımını yapacak bir kalp ağrısıydı benimkisi. O ağrıyı kendimden bile çok benimserken tek suçlunun yine kendim olduğunu biliyordum. Kanayan ayak tabanlarımı bilerek ve isteyerek yere sürterek ilerliyordum ben. O kesikleri dudaklarında hissetmek, daha çok kanamak istiyordum. Bilincimi yitirene kadar onun çölünde kaybolmak istiyordum. Serap bile görmüyordum artık. Hayallerden ve düşlerden o kadar uzaklaşmıştı benliğim. Denizin maviliğini unutmuş bir çöl tilkisiydim ben. Ektiğim her gül açamadan solarken ruhsuzca gülüyordum kum tanelerine bakarak. Artık gözyaşlarım bile yaşatamıyordu onları. Kurumuşlardı. Beni terketmişlerdi. Ama ben hala o parmak uçlarını terk edememiştim.

Gözleri bir anlık da olsa bana değdiğinde aptal gülümsememi takındım kesiklerimin üzerine. Beni dikkatlice incelerken boğazım kurudu. Gözlerinin gezindiği her zerreme yağmur damlaları düşmüşçesine ferahladığımı hissettim. Toprağım uzun zaman sonra ilk kez hayat bulurken ellerim açıldı Tanrı'ya doğru. Bu aciz bedene verdiği nimetler için şükrettim. Ne kadar da aptaldım öyle. Sadece acıma gördüğüm gözlerinde nefes alırken kötü hissetmiyordum bile. Sadece teşekkür ediyordum. En azından gözlerini gözlerime değdiriyor diye. En azından beni hala görüyor diye.

Bakışları hala bendeyken olabildiğince daha çok solumaya çalıştım onu. Beyaz teninin yaydığı ışığı güneş yapıyordum kışıma. Kırmızı dudakları hiç geçmeyen susuzluğumu gideremeyecek kadar uzak olsa da yaşatabilecek kadar yakın duruyordu bana. Gözbebeklerindeki perde bile sızlatmıyordu eskisi gibi. Kabullenmişliğin sersemliği vardı üstümde. Onun ruhunun aramıza koyduğu dikenli telleri kabullenmiştim artık. Yaşarken ölmeyi kabullenmiştim.

"Neden hala gitmedin?" Sesindeki ifadesizlikten çok kelimeleri takıldı aklıma. Uzun zaman sonra ilk kez çölde uçan bir kuşun seslerini duyar gibi sevindim. Saatlerce oturduğum bu kapının önündeki varlığımı daha yeni fark etmediği için sevindim. Bakışlarım avuçlarımdaki fotoğrafına düşerken çürük gülümsemem yüzümde gezinmeye devam etti. Cevap vermediğim için bana kızdığını hissedebiliyordum ama elimdeki kağıt parçasında gülümseyen o yüzü gördükçe odaklanamıyordum bile buna. Daha çok gülümsüyordum ve içe çöken yanaklarım ruhuma batıyordu. Başparmağımı onun çiçekler açan gülüşünde gezdirirken fısıltıyla döküldü sözlerim.

"Hiç gidemedim ki." Sol gözümden gülüşüne düşen tuzlu damlayla birlikte nefesim kesildi. Kendimi suçlu hissettim. Gülüşünü gözyaşımda boğduğum için kalbim de beni boğmaya başladı. İntikamının acı olacağını bilerek kaçıncı olduğunu sayamadığım sonuma sessiz yaşlarımı akıttım.

"Kalamazsın Taehyung, biliyorsun. Sana kapılarımı açamam." Zihnime kendi kanımla kazıdığım kelimeleri işittiğimde kuruduğunu düşündüğüm gözlerim tekrar sele boğuldu. Çölün ortasında çıkan fırtınada yere düşen her damla toprağı daha çok zehirledi ve bir kez daha umutsuzca içimde yaşanan felaketi izledim. Aynı kaosun dışıma da yansıdığını fark etmeden, izledim. Sesli bir şekilde iç geçirdiğini duyduğumda ayağa kalkmak ve gitmek istiyordum. Onun sıkıntısı olmak bile harabeye çeviriyordu beni. Ondan gidemeyişime defalarca kez kızarken bu çölde boğulmak istiyordum. Artık onun hayalkırıklığı olmak istemiyordum.

Silent Cemetery of The Igniting HeartsWhere stories live. Discover now