〄 Cinnamon Candle

183 15 168
                                    

Aʏᴀᴋʟᴀʀıᴍᴀ ᴜғᴀʟᴀᴅığıɴ sᴇᴠɢɪᴍɪ ʙɪʀᴅᴀʜᴀ ᴀsʟᴀ ᴛᴏᴘʟᴀʏᴀᴍᴀᴅıᴍ.
Hᴀᴠᴀʏᴀ ᴋᴀʀışᴛı,
ʀᴜ̈ᴢɢᴀʀıɴ ʙɪʀ ᴘᴀʀᴄ̧ᴀsı ᴏʟᴅᴜ.
Yɪɴᴇ sᴀɴᴀ ᴅᴏ̈ɴᴅᴜ̈.

Sessizliğe gömüldü satırlar. Üzerlerine işlenen yeni kelimelere düşman, okumaya cüret eden gözlere cehennem oldular. Öyle büyüktü ki öfkeleri, sonunu düşünmeden büyük bir kasırganın moloz yığınları altında bıraktılar kendilerini. Bu, benim bile cüret edemeyeceğim kadar ağır bir teslimiyetti. Bir nevi, intihardı. Issız bir çölün efendisi uğruna bitap düşen ellerim ise kurtaramadı hiçbirini. Sanki onlar da biliyordu hepimizin isteğinin bu olduğunu. Farkedilmeden yitirilmek istiyorduk biz. En azından, çarmıha gerilmiş ruhumuzun artık huzura ermesini istiyorduk. Hazin sonum için sabırsızdık. Beni nelerle sınayacağını tahmin bile edemeden. Fazla aptaldık.

Bir avuç eksiklik. Toydum, yetersizdim. İnsanlarla iletişim kurmayı bile beceremezdim. Bir şeyler vardı içimde hep. Beni yaşamın uzaklarına sürükleyen, içimde yaşatmayı bile beceremediğim o küçük çocuğu dünyaya küstüren bir şeyler vardı. Bilemiyorum... normal değildim belki de. Yaşamak bir amaç değildi benim için. Akıp giden zamanın peşinden sürüklenmekten başka yaptığım hiçbir şey yoktu. Ufak tefek sinir krizlerim vardı. Beni tükettiğini bile bile bağımlısı olduğum ilaçlar ve beni benden söküp alan o a'yen kahverengiler... Bilmiyordum işte, yaşamayı bilmiyordum ben. Günlerce başında oturup hayat verdiğim o hikayelerin arkasına sığınıyor, gerçeklerle yüzleşmeye korkuyordum. Ben... yangınlarında boğulan meyus çöl tilkisi, geçmişime bağladığım halatlarla gelecekten kaçınıyordum.

Uzun süren bir sessizliğin ardından meraklı gözlerini çıkarmıştı gözlerime. Dakikalardır paylaştığımız derin sükunet onu daha da endişelendirmiş olmalıydı. Eve döner dönmez beni oturttuğu bu içine göçmüş koltukta diken üstündeydim. Bunca zamandır savaştığım duygularım bir çift bakışla mağlup edilirken dudaklarımda beliren titremeye engel olamadım. Çok bir beklentim yoktu. Sadece her şeyin bu kadar hızlı yaşanmasını beklemiyordum işte. Beni bu kadar kolay anlamasını beklemiyordum.

"Tae... lütfen konuş artık benimle. Tek yaptığın etrafa yanık turuncular saçmak. Bu çok rahatsız edici." Yerinde kıpırdanıp belirttiği şeyden gerçekten ne kadar rahatsız olduğunu göstermeye çalıştı. Bacaklarının üzerinde hareketsizce duran ellerini incelerken gözlerine bakmamak icin özel bir çaba sarf ettim. Endişeliydi. Ona kızgın olduğumu ya da kırıldığımı filan düşünüyor olmalıydı. İfade ettiği renkleri anlayamıyordum belki ama onu yeterince iyi tanıyordum.

Ne olduğunu bile bilmeden, bütün suçu yine kendinde arıyordu.

"Bir cevap bile vermeyecek misin bana?" Dedi sesi gittikçe daha da güvensiz çıkarken.

"Neden böyle olduk biz?"

Sorusu nefeslerimi boğazıma dizerken istemsizce elim de oraya kaydı. Bir an cidden boğulduğumu hissettim. Ondan kaçtıkça, onu üzdükçe içim içimi yiyordu sanki. Ben bitmek üzereydim. Biz bitmek üzereydik.

"Hyung..." Konuşabilecek gücü bulduğumda ona son kez bu şekilde hitap ediyordum. Artık ona kalbimdeki adamla bir türlü bağdaştıramadığım o sözcükle seslenmeyecektim. Belki de... artık ona hiç seslenemeyecektim.

Silent Cemetery of The Igniting HeartsWhere stories live. Discover now