〄 Gloomy Nimbus

183 13 199
                                    

Bᴇɴɪᴍ ᴋᴀᴛıᴋ ʜᴜ̈ᴢɴᴜ̈ᴍ...
Sᴏ̈ʏʟᴇ ʙᴜʟᴜᴛʟᴀʀᴀ, ɢᴇʀɪ ɢᴇᴛɪʀsɪɴʟᴇʀ ʏᴀğᴍᴜʀʟᴀʀıɴᴅᴀᴋɪ sᴇɴɪ ʙᴀɴᴀ
Bɪᴛsɪɴ ᴏ̈ᴢʟᴇᴍɪᴍ.




Süregelen bir yenilişin alışılagelmişliği mi denirdi buna? Yoksa muhattabı olmayan yakarışların çaresiz küskünlüğü mü? Kararsızdım, aslında üzerinde düşünmek bile önemsiz geliyordu artık. Bir değeri var mıydı gerçekten hislerimi tarif edebilmemin? Günden güne donuklaşan bu kum tabakasının altında gömülü bekleyen anılarımıza geri dönebilmenin bir yolu var mıydı? Yoktu. Hiçbir yolu yoktu. Her şeye rağmen süren tevekkeli direnişim ise herkesten önce beni bitirmek üzereydi. Yine de devam ediyordum o çürük gülümsemeleri yüzümde misafir etmeye. Onun bu umutsuz ve tutarsız topraklarının misafiri değil, yerlisiydim artık. Çölün efendisinin yüzüne düşen ufacık bir ışıkla gününü aydınlatan, dudaklarının arasından isminin döküldüğü her an ile yeniden nefes alan vurgun bir derviş. Kendi yazgısını 'onu' ilk gördüğü andan beri bildiğini sanan, ahmak bir derviş.


Adımlarım, sokak lambalarının hala yanmaya devam ettiği dakikalarda evimizin olduğu yola doğru saparken etrafta kimseler yoktu. Ne insanlar ne de beni içten içe yemeye devam eden o sıkıntılı düşünceler... Kim Taehyung da kendini tamamen 'o'na adayan çöl tilkisi de suskundu şimdi. Sessizliğin huzur getirdiği yoktu belki ama daha fazla yormadığı da kesindi. Bense bu sükunetin, ardından gelecek bir fırtınanın habercisi olduğunu hissetsem de ilgisizdim. Bu zamana kadar devam eden sayısız kaçış, direniş, geri dönüş ve yıpranış... Döngü içinde tekrarlanan eylemlerim hepimizin ağzında acı birer tat olarak kalmıştı sadece. Yıldırmıştı herkesi. Yıldırmıştım herkesi. Ama şimdi bütün bu savaşımın yerini doldurduğum o derin sessizlik, en azından kendini benimle birlikte çıkmaza düşüren dostlarıma iyi gelebilirdi. En azından onların mutlu olmasını sağlayabilirdi.

Ya da... sadece ben öyle düşünüyordum.

Yine de denemeye değer diye geçirdim aklımdan. Çok fazla bir şey değiştirmesini beklemiyordum ama umut ediyordum işte. Yoongi, Namjoon ve Hoseok'un artık beni dert edinmeyi bırakıp kendi sorunlarıyla ilgilenmelerini, Jimin ve Jungkook'un en azından bir kez olsun yanımda çekinmeden kahkahalar atıp güzel vakit geçirebilmesini istiyordum. Hüznümü bulaştırmak istemiyordum artık başkalarına. Yazdıklarımda hayat bulan karakterlere yaşattığım zulüm, yeter de artardı.


Esmeye başlayan soğuk rüzgarla birlikte içeriye girer girmez, biraz yürümek için bir aşağıdaki sokağa park ettiğim arabanın anahtarlarını aldığım yere geri koydum. Ayakkabılarımı da aynı sessizlik içinde çıkardıktan sonra yavaşça salona doğru ilerledim. Salonda, muhtemelen boynunun tutulmasına sebep olacak bir pozisyonda uyuyakalmış hyungumu gördüğümde istemsizce az önce düşündüğüm şeyler gelmişti aklıma.

"Hoseok hyung?" Fısıltı şeklinde çıkan sesim beklediğimden daha hızlı bir şekilde gözlerini aralamasına sebep olurken, dağılmış sarı saçlarını karıştırıp bana doğru döndü.

"Tae..." Yattığı yerde doğrulurken hala uykulu çıkan sesiyle sordu. "Yeni mi geldin?"

Boynuna giden elini ve ağrıdan dolayı buruşturduğu yüzünü izlerken aklımdan sadece tek bir şey geçiyordu. Bu daha fazla böyle devam edemezdi. Denemeliydin Taehyung, onlar için kendine hakim olmayı denemeliydin.

"Hyung, arabanı habersiz aldığım için üzgünüm." Gerçekten üzgün çıkan sesim dikkatini çekerken kaşlarını çattı.

"Dert ettiğim şey araba değil Taehyung. Sen iyi misin? Seokjin... iyi miydi?" Ben çıktıktan sonra Yoongi hyungu sorgulamış olmalıydı ki oldukça endişelenmişti. Muhtemelen de bu yüzden beni bu saate kadar burada beklemişti. Mahcup bakışlarım onu izlerken elimi enseme götürüp sessizce konuştum.

Silent Cemetery of The Igniting HeartsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin