HL(11)

1.5K 193 137
                                    

Şu salaklar hiç hikayemdeki gibi ciddi değiller 🥺❤️

¬¬¬¬¬¬¬¬¬

"Artık işe gitmelisin." Hyunjin elindeki okuduğu dünya klasiklerinden bir tanesi olan 'Romeo ve Juliet' kitabının arasına Felix'in ona verdiği küçük kedili ayracı koyarak kapattı. Seslenen bedene döndü. "Neden? Ah benden bıktın mı yoksa?"

Felix, onunla hafif dalga havasında konuşan bedene gülerek kafasını iki yana salladıktan sonra içtiği portakal suyunu önündeki ayaklı yemek masasına koydu. "Hayır ondan değil biliyorsun. İki gün oldu ve ben iyiyim. BangChan Hyung beni bu akşam almaya gelecek. Evine gidip güzelce uyu sonra işe git."

O olayın üzerinden tam iki gün geçmişti, Hyunjin bir adım dahi atmamıştı hastane odasından  yemekhane ve zorunlu işleri dışında. Kapının önüne zaten Minho tarafından bir polis koyulmuştu. Adam söylenenlere göre yine karakolun önüne bırakılmıştı ama bu değildi ki yandaşları yoktu. "Pekala o zaman ama Chan gelene dek kalacağım."

"HyunJin..." Felix omuzlarını düşürüp itiraz dolu bakışlarını ona yolladı. Kendisi gibi inatçı olan bu bedenle küçük tartışmalara girmeyi seviyordu ama gönlü onun rahatsız, küçük hastane koltuğunda daha fazla kalmasına izin vermiyordu. "Tamam tamam... Gidiyorum istenmiyorum." Hyunjin'in yüzündeki gülüş silinmezken şakalaştığını anlamıştı.

"Öyle olmadığını biliyorsun değil mi?" gözleri ayakta eşyalarını toplayan sarışın bedeni izliyordu ve her gece o uyurken yaptığı gibi onu incelemeye başladı. Dik bakışları, keskin çenesi, uzun saçlarının önüne gelişi ile geriye ittirdiği parmakları, omuzları... Kısacası Hwang Hyunjin ona göre gerçekten heykel gibi birisiydi.

Sanki bir heykeltıraş tarafından yıllarca uğraşıp özenle yapılan mükemmel bir sanat eseriydi. Yorgun bakışları ve çöken omuzları bile bu duruma engel değildi. "Elbette biliyorum." Dudağının sağ tarafı yukarıya doğru kırılınca gözlerini çekti onun yüzünden.

"Yarın işe gelme inatçı. Dinlen." Omzuna astığı sıyah sırtçantası ile arkasında olan, hastane yatağına boylu boyunca uzanan bedeni kaşlarını çatarak bir anne edası ile uyardı. Onun gülüş seslerini duyuyordu. Yatağa yaklaşarak bir süredir yıkamadığı için kabarıklığı giden ve hafiften karışıp kirlenmeye başlayan saçlarına elini koydu. Bu hali bile güzeldi Felix'in.

"Ben yokken ağlama sakın. Ve gülümsemeye çalış. Gülümsemen, yakışıyor sana." Parmakları arasında dolaşan gri saçları elini sallayarak dağıttı, geriye çekilip kapıya ilerledi. "Ve birisini gece izliyorsan onun uyuyup uyumadığına bak Cinayet bürosu Polisi Lee Felix Yongbok."

Kapıdan çıkıp giderken arkasında yanaklarındaki çillerin bile kızardığı bedeni bırakarak. Ne yani iki gündür Felix'in onu izlediğini biliyordu ama uyumaya devam mı etmişti?

¬¬¬¬¬¬¬¬

Minho işaret ve baş parmağını gözlerinin üzerine koyarak biraz ovaladı. Uzun süredir uykusuzdu ve bu hissiyatı gidermek için geceden beri 4-5 bardak zifte benzeyen sert kahve içmişti. Pek bir etkisi yoktu gerçi ama yine de denemişti. "Kamera kayıtlarından bir şey çıkmış mi?"

Masada onunla geceden beri kalan ekip arkadaşlarına baktı. "Hayır etrafta tam 4 kamera var ama hepsinde saat gece 3-4 arası silinmiş. Dükkan kameralarına araba yakalanır dedik onlara da baktık ama hiçbir iz yok. Gece bekçileri bir şey görmemişler." Bangchan onun sorusunu isteği dışında bir şekilde cevapladı.

"Komşular?" Minho tekrar bir umutla sordu. Bu sefer de SeongHwa kafasını iki yana salladı. "Adam, ona bir çeşit ilaç vermiş. Sabahın 8'ine kadar ses telleri uyuşmuş bir şekildeydi bir nevi lokal anestezi gibi. Bağırmadığı için bir ses duyan olmamış."

HᴇʟʟSᴛᴀᴛɪᴏɴ § HʏᴜɴLɪx✔︎Where stories live. Discover now