14🌿

2.9K 191 61
                                    

Yirmi iki yıllık hayatımın yarısından fazlası, uzun yolculukları sevmekle geçti. Yaz tatillerini sırf İstanbul'dan Artvin'e yapacağımız uzun yolculuk için beklerdim.

O yolculuk boyunca neler neler olmazdım ki... Masaldan masala, hikâyeden hikâyeye koşar dururdum. Tüm yolculuk boyunca hep çok sevilen biri olurdum. Bazen bir arkadaş, bazen bir prenses...

Sonra uzun yolculuk benim için eziyet oldu. Sevilmediğimi düşündüğüm zamanlarda. Trabzon'a yaptığım ilk uzun yolculuğumdan sonra, bir şeyler hayal etmeyi bıraktım. Sıradan biri olarak yaşamaya başladım. Başlamıştım...

Şimdiye kadar.

Açık camdan içeri dolan rüzgâr yüzünden, uçuşan saçlarımın izin verdiği kadarıyla ona bakmaya çalışıyorum. Yanımda, oldukça ciddi bir işmiş gibi arabayı kullanan Eymen'e.

Belki de hayatında yaptığı en ciddi iştir, kim bilir.

Benim bildiğim şey ise, yolculukları yeniden sevmeye başlamış olmam.

Mesela şimdi, hayatımızın en uzun yolculuğuna çıkmış olsak. Nereye gittiğimizin hiç önemi olmadan, sadece ikimiz saatlerce bir yol üzerinde gitsek. Mesela yani...

Yoksa Eymen kalkıp beni manava götürse bile kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya devam eder, bunu biliyorum.

Yine de nereye gittiğimize dair içimde oluşan merak duygusu beni yiyip bitiriyor. İlk kez baş başa bir yere gidiyoruz. Evet çocukken de gitmiştik tabi. Mesela yan mahalleye... Ama şu an yavuklu sayılırız. Yani inşallah bu yaşadıklarım bana kaderimin bir oyunu değilse...

Yolu sadece onu izleyerek gitmeyi kendimce daha çok istesem de, içimdeki bir miktar Mürüvvet teyze bulaşmış parçam beni rahat bırakmıyor.

- Nereye gidiyoruz?

Yandan bir gülüş atıyor önce. Bilen bilir, yani ben de bilirim bu yüzden. Bu gülüş şu andan itibaren gıcık biri olabilirim gülüşü.

- Gidince göreceksin.

Gözlerimi deviriyorum. Ben de alıştım he bu çocuğa göz devirmeye. Ben varya ben çok değiştim.

- Tüh ya, gidince görebileceğimi nasıl tahmin etmedim ben.

- Oo, söz söylerken laf sokmalar, yoksa bu gelen trip mi?

Bu sefer gülümsemek yerine, hâlinden oldukça menun olduğunu belli eden bir gülüş sesi gönderiyor benden tarafa. Kendisinin yerinde olsam yatıp kalkıp sevildiğime dua ediyor olurdum. Zira bu harika gülüş başlamayan tribimin bitişi oluyor.

- Hayır, gerçekten merak ediyorum.

- Biliyorum. Muhteşem bir kahvaltı yapmamız için sadece on beş dakika daha beklemen gerekiyor.

İkna edici sesiyle kedi gibi siniyorum olduğum yere. Kahvaltıyı evde beraber yapsak bile benim için muhteşem olurdu demiyorum. Demesem de anladığını biliyorum.

Yolun geri kalan on beş dakikalık kısmı için iki yanımızda uzanıp giden ağaçları bakmayı planlasam da, arabanın içini dolduran bildirim sesleri beni bundan uzaklaştırıyor. Bir kabusun içine düşüyorum.

Evet kabus...

- Senin telefonun galiba.

-Yoo. İnşallah senindir.

- Değil. Senin bildirim sesin bu.

Bildirim sesimi de ezberlemiş olmasına sonra dans etmeyi aklıma not ederken, titreyen ellerim ile oldukça yavaş şekilde çantada telefonu bulmaya çalışıyorum. İnşallah evde unutmuşumdur...

PekmezWhere stories live. Discover now