BÖLÜM 28

2.9K 125 33
                                    

'Bin tane bıçak girdi sırtıma, binini de çıkardım fakat birinde elim titremişti."

Ölüm ile yaşam arasında ince bir çizgi vardı. Bu çizgiyi yaşarken aşan ve öldükten sonra geçenler arasında ikiyr ayrılıyordu. Ben yaşarken aşanlardandım. Dün duyduklarım beni tamamen o çizgiden itmişlerdi.

Ağlamaktan canım çıkmış ama bir gram da rahatlamamıştım. Kalbime öküz oturmuş nefes almama engel oluyordu. Öyle bir oyunun içine düşmüştüm ki iki tarafta da çıkışlar kilitliydi.

Artık prenses olmak istemiyordum. Dün gece babasının prensesi o ormanca acı çekerek ölmüştü. Yerini yakını bildiği kendinden çok değer verdiği adamlara karşı intikam besleyen bir kız almıştı.

Uzun saçlarımı ensemden toparlayıp kapşonlumu göğsümün altına kadar çektim. Siyah sporlarımla dış kapıya doğru ilerlerken ellerime bağladığım sargıları düzelttim.

Dün öğlen saatlerinde babamın benim için aldığı annemin dahi bilmediği bu sağ evine gelmiş saatlerce oturup düşünmüştüm. Neden? Ne için? Kimin için?...

Dışarıya çıkıp ormanın yüzüme estirdiği rüzgara karşı gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bir an önce toparlanmam ve geri dönmem gerekiyordu. Bu yüzden pes etmeden kafamın içindeki soru işaretlerini cevaplayarak koşmaya başladım.

Saatlerce koşmuştum havanın karardığını dahi unutmuş ormanın derinliklerine dalmıştım. Bütün her şeyi kafamda planlayarak neler yapabileceğimi düşünmüştüm.

Nefes nefese durarak ellerimi dizlerime dayadım. İlacımı iki gündür kullanmıyordum ve bu benim için fazlasıyla tehlikeliydi. Ağacın dibine oturarak soluğumu toparlarken başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım.

O kadar hırs ve öfke doluydum ki hiç durmadan koşmuştum. Anlımdan akan terler şakaklarımdan ilerlerken sıcak nefesim yüzümün kızarmasına sebep olmuştu.

"Hazırsan gözlerini açıyorum prenses."

Heyecan içinde ellerimi birbirine vurarak başımı salladım.

"Hazırım babacım! Hazırım!"

"O zaman... Üç, iki, bir..."

Gözlerimi açtığı anda karşımda kocaman bir dağ evi gördüm. Evin bahçesinin hemen sağında büyük bir çadır vardı. Çatıda üç tane minik lamba etrafı aydınlatıyordu.

Şaşkınlıktan açık kalan ağzımı kapatmaya çalışarak babama döndüm.

"Baba..."

"Doğum günün kutlu olsun prensesim."

Kısılan sesimle çaresizce ağlamaya devam ettim. Başımı eğip elimi anlıma dayadım. O an kendimi kurtarmak yerine babamın önüne geçip o kurşunu ben yemeyi o kadar çok istedim ki...

....

Babam benim için ormanın bir kısmına da ışık sistemi taktırmıştı. Bu sayede evin yolunu daha kolay bulabilmiştim. Etrafa bakmadan öylece güçsüz bedenimi yürümeye zorlarken evimin ışığının açık olduğunu fark ettim.

Kaşlarımı çatarak eve uzaktan daha dikkatli baktım. Evden çıkarken hava aydınlık olduğu için ışıkları yakmadığıma emindim. Bakışlarımı etrafa çevirdiğimde iliklerime kadar korku hissettim. Bu aracın plakası ona aitti.

Yanıma kendimi savunmak için hiç bir şey almamıştım. Korkudan hızlı hızlı nefes alıp verirken yere bakınmaya başladım. Bana yaklaşmasına asla izin vermeyecektim. Gözüme çarpan odun parçasını alıp titrek adımlarla eve doğru adımladım.

PANZEHİRWhere stories live. Discover now