İçimdeki Gölge

146 70 115
                                    

Bu bölüm değerli okuyucumuz birKaudupul ithaf edilmiştir

Keyifli okumalar ✨

Sevgili günlük,
Nasılsın bugün? Biliyorsun ben kendimi arıyorum ve kendimi bulana kadar da iyi olabileceğimi düşünmüyorum.

İyi olmaktan söz ettim ya aslında iyi bir insan olmaktan söz ediyorum. İyi olmak nedir ki sevgili günlük, insanların hoşuna gidecek ve onları mutlu edecek davranışları sergilemek mi? Yahut onları üzmeyecek hep memnun kılacak şekilde bazı davranışları yapmamak mı?

Bir keresinde bir arkadaşım bana dedi ki, "Sen rahatsızlansan ve böbreğe ihtiyaç duysan ben sana verirdim. Sen de bana verirmiydin?"

Yolda yürürken bu konuşmayı yapmayı istemedim. Eve vardığımızda, oturduk çayımızı içtik. Tabi bu zaman zarfında ben de söylediği şeyi düşünüyordum. İçimde bir savaş çıkmıştı bu soruyla birlikte. O da merakla yanıtımı bekliyordu. En sonunda döndüm ona dedim ki,

"Yalan söylüyorsun!"
Şaşırdı, kırıldı da bu söylediğim için. Bir şey de demedi. Ya konuşmak istemedi ya da benim konuşmamı devam ettirmemi istedi. Bilmiyorum artık...

"Yalan söylüyorsun işte bakma öyle bana. Böbreğini verirmişsin. Kolay mı o bu kadar. Şimdi olmayan şeyi vereceğini söylemek kolay. Hele bir de o anda o zamanda bunu söyle ve yapta görelim. Olmayan şeyi yapabileceğini söylemek kolay. Kendinden emin olmak kolay."

Biraz düşündü sonra kendinden emin bir şekilde,

"Duygularımız bizimle alay eder gibi oyun oynuyor ve zamanda değişiklik gösteriyorsa, ne anlamı kaldı bu anda yaşadığımızın hissettiğimizin! Ben seni seviyorum bu yüzden de bunu söylemeyi kendime hak buluyorum."

Arkadaşımın anlamadığı bir şey vardı sevgili günlük. Bizler bir an da var olmadık ve bir anda da yok olmayacağız. Bizler birer yolcuyuz. Bu yol da uzun ve engebeli. Bu yolda başımıza neler gelir kim bilir.

Bu yolun bir diğer özelliği ise bulunduğun konumdan bulunacağın başka bir konuma doğru bir bağı var. Yani bugün olduğumuz yerle yarın olacağımız yer birbirinden farklı değil. Farklı olan bizler olacağız. Yol hep aynı aslında. Bu yol içimizde. Bu yol biziz esasında.

Hem bugün o yolculuğu yaparken, bahar var, çiçekler açmış, kelebekler uçuyor hatta hiç bir papatya koparılmadan kenarlarda masumca büyüyorken... Bazı şeyler oldukça rahat ve huzurlu gelirken bir şeyleri vermeyi ve o güzelliği paylaşmayı istemek kolay.

Peki ya o bahar kışa dönünce? Yol yürünemeyecek bir hale gelince ne değişecek? Baharda vermeye razı geldiklerine sen bile hasretken kime ne verebilirsin?

İçindeki senden habersiz olduğun bir gelecek için vaadlerde bulunmak kimin haddine?

Tüm bu sana anlattıklarım gibi uzun bir sohbet oldu işte arkadaşımla da. Sonunda ikimizde şunu çıkardık aslında. Bugün elinde olmayanı vermekte herkes cömert. Oysa bizler hayatın en cimri varlıklarıyız. Oysa kendimize soracağımız tek bir soru var? Bir ekmeğin var ve yarın ise aç kalacaksın. Yine de o ekmeği o gün yanında olanla paylaşacak kadar cömert misin?

Bak soru aslında çok basit sevgili günlük, yarın ekmeğinin olmayacağını bilen biri bugün o ekmeği paylaşmıyorsa, yarın ekmeğim olursa seninle paylaşırım da dememeli! Kendini bilmeli.

Sevgili günlük, aslında arkadaş bana yalan söylemiyordu. Aslında yalan söylediğini dahi düşünmüyordu. Büsbütün bu bir yalandır da demek haksızlık aslında. Aslında bütün mesele içindeki bilmekte, tanımakta. Kendini kandırmak ve buna inandırmaya çalışmak bir şeyi değiştirmez.

Arkadaşımla yaptığımız sohbette şöyle bir konuşmamız geçti.

"Peki madem yarını bilmiyoruz ve yarın için böyle kolay ahkam kesiyoruz. Bunu sence ne için yapıyoruz."

"İçimizdekini görmek istemediğimiz için yapıyoruz işte. Kendimizi kandırıyor, kendimizden uzaklaşıyoruz. Bak can dostum, mesele hiç hırsızlık yapmayı düşünmemekte değil aslında. O hırsızlığı düşünmüş, planlamış hatta tek bir kusuru bulunmayan bir şekilde tasarlamış fakat bunu yine de yapmamış olmak hırsız olmadığımızı bize gösterir.
Oysa, plan program yapmışız ve illa bir kusur bulup bir şekilde önüne geçmişse yapacağımız hırsızlığın ve bu da hırsızlığı hiç yapmamış olmamızla sonuçlanmışsa bile bu bizleri hırsız yapar. Tek farkı sadece imkanımız olmamasıdır."

"Nasıl yani, mesela bir yerde bir para var ve alıp götürdüğümüzde kimsenin bizden şüphelenmeyeceğini bilsek ve onu almazsak hırsız değiliz. Ama biri illa görür benden bilir deyip almazsak hırsız oluruz öyle mi?"

"Aynen öyle. Aslında sonuçta ikisinde de parayı almadın ama birinde hırsız çıktın. İşte bütün mesele aslında imkanın doğmamış olmasında. Senin ya da benim hırsız olmayışımızda değil."

Sevgili günlük, bu hırsızlık konusu ile örneklendirdiğimiz bu meselede aslında imkan doğmadığı için iyi insanlar olduğumuzu öğrendik... Çünkü bazı şeylere imkan olsa da yapmayız desek de bazı şeylerin gerçekten imkan doğmamasından dolayı iyi olarak kaldığımızı gösterdiğini görmüş olduk.  Oysa iyi olmak içindeki kötülüğü bilmekte ve onu çok iyi tanımakta ve ona rağmen iyi kalabilmekte. Değil mi sevgili günlük sen ne diyorsun bu söylediklerime...

İşte böyle sevgili günlük. Ben de bir savaş içerisindeyim. Ve içimdeki gölge ve içimdeki şeytan benimle cenk etmekte. Onlara rağmen iyi kalabilecek kudreti bulmakla uğraşıyorum. Her gün yeniliyorum ama her gün tekrar kalkıp tekrar savaşıyorum. Bir sır buldum ve o sır ancak savaşma gücü veriyor. Eğer ben iyiliği Allah için yapar kötülükten de onun için uzak durursam ve imkanım olsa dahi bunu istesem bile yapmazsam o Allah benim kötülüğü örter ve iyilerden eder. Bu sır beni güçlendiriyor. Saf iyilik meleklerde olur. O da iyilik değil özellik olur. Program gibi. Oysa insan içindeki kötülüğe rağmen iyi olmalıdır. Siyahlarına rağmen beyaz kalmalıdır. Neyse çok uzattım hatta gereksiz tekrarlara boğdum konuyu.

Ne diyordum. Heh içimdeki gölge diyordum.

Sevgili günlük, ben bana yaşatılanların yaşanmasını istiyorum. Yani bunu görmeyi istiyorum. Sonra bakıyorum yaşatanlar yaşattıklarını yaşıyorlar... Üzülüyorum. Bir anda rahatsız edici bir his ve merhametsiz bir azap içimi kaplıyor. Bu musun sen? Yaşadıklarını yaşamalarını bekleyip görmeyi isteyecek kadar kötü müsün diyorum kendime.

Sonra onlara karşı merhamet besliyorum. Onlar yaşattıklarını yaşarken yaşamalarını istemiyorum. Kıza bir zaman geçiyor ve artık benim çektiklerimi çekmediklerini görünce yeni bir cephe daha açıyor içimdeki şeytan.

"Sen bu kadar kısa süre çekmedin. Senin aylar süren azabın onlarda üç günde bitti."

İşte bu yeni açılan cephede yeni bir savaşa giriyorum. Kahreden bir döngü gibi ve lanetli gibi bir şey...

Diyorum ki kendime sevgili günlük,  madem sana çektirenlerin de aynı şeyi çekmesini istedin, onlar çekince ne diye üzüldün? Madem üzüldün ne diye onların çilesi bitince yeni bir derde düştün ve kısa sürüşüne takıldın. Oysa kim neyi ne kadar hak eder kim bilir?

Sevgili günlük, ben iyi bir insan olamayacağım korkusuyla, içimdeki kötülükle baş edemiyorum. Sabr tek silahım ve içinde mermi yok. Düşmanım ise karşıdan beni mermi yağmuruna tutuyor. Bense silahımın ucundaki bıçaklayım. Savaşmak değil ölmeye gitmek değil mi bu?

Çanakkale gibi dedim değil mi?

Öyle olsa iyi... Çünkü orada mermisi olmayanlar kazandı...

Hadi bakalım sevgili günlük. İyi kal. Ben gidiyorum ve iyi kalmak ve iyi olmak için ölümüne gidiyorum. İçimdeki kötülük ölmeyecek fakat kendimi bulup onu hapsedeceğim.

Birlikte yürüdüğümüz bu yolda kendimi bulup, işte o gün benimle ikimiz birden tam anlamıyla tanışacağız. Hoşça kal...

***
1- İyi olmak ve kötü olmak ne demektir?

2- Sizce siz iyi misiniz kötü müsünüz?

3-Kimler içindeki kötüyü tanıyor?

Sevgili Günlük ve BenDove le storie prendono vita. Scoprilo ora