İris'in Adaleti

2K 300 239
                                    

Genç adam bileğindeki saate baktı gözlerini kısarak. Bu terk edilmiş binanın içerisinde geçirdiği üçüncü saatiydi. Dışarıdan yükselen uğultuları ve protesto sloganlarını duyuyordu. Sokaktaki binlerce insanın Jeon Jeongguk'a yapılan bu haksızlığa karşın yükselttikleri seslerini, bazen ağlayışlarını, bazen sızlanışlarını, bazense küfürlerini...

Beklediği gibi olmuştu.

Böyle bir düzenden adalet doğacağına inancı olmamıştı hiçbir zaman. Adalet Sarayı'nın sütunları sağlam değildi, ilkelerine ihanet ederken bu küstah kurum, asla sağlam değildi. Şimdi ise tüm yıkıntılar Jeongguk'un üzerine çöküyordu. Derin bir nefes alıp ruhsuzca güldü. O janti görüntüsünden eser yoktu. Kolalı gömlekleri sarmıyordu esmer vücudunu. Ütülü bir pantolon giymemişti. Basit, yıpranmış bir tişört vardı üzerinde. Likralı bir kargo pantolon bacaklarını sarıyor, siyah kepi iyiden iyiye uzamaya başlamış saçlarını kapatıyordu. Her saniye, geçen her saniye biraz daha sıyrılıyordu bu dünyadan. Lakin kanında zirveye ulaşmayı bekleyen adrenalin ilginç bir soğukkanlılığa ev sahipliği yapmasını sağlıyordu. Bomboştu, son bir amacı vardı şimdi uğruna pek çok şeyi feda etmesi gereken, badem gözleri sadece bunu görüyordu.

Kendi içinde bu boşluğa meydan okumaya çalışan düşünceler silsilesi gezinirken bir karmaşa oldu. Ağlayışlar hıçkırıklara, sızlanışlar feryatlara, küfürlerse ayyuka çıktı.

Vakit gelmişti.

Kepini düzeltti genç adam. Elindeki tüfeği dikelttikten sonra kendisi de oturduğu basamaktan kalkarak ayaklandı. Bir Dragunov vardı elinde. Küçük olana göstermeye gerek duymadığı, lakin kendisinin yakından tanıdığı bir yarı otomatik keskin nişancı tüfeğiydi bu. Yarı otomatik olmasına rağmen kurmalı tüfeklerde bulunan şarjör makarasına ve küçümsenemeyecek riskleri beraberinde getiren uzun bir şarjör değiştirme süresine sahipti. Ucuzdu, özel değildi, destansı savaşlara yazılmamıştı adı. İki köklü devletin içinde bulunduğu muharebelerden ziyade teröristlerin ve aykırı ilan edilen silahlı grupların tercihiydi. Amacı tarih yazmak değildi bu tüfeğin.

Kan dökmekti.

Merdivenleri ağır ağır çıktı. Çatının kapısını aralayıp daha önce kendisi için konum belirlediği kör olmayan noktaya geçti. Şimdi her şeyi, herkesi görür olmuştu. Küfürler daha bir şiddetle çarpıyordu kulağına, lanetler yağıyordu Adalet Sarayı'ndan çıkan adamlara. Kalabalığa göz gezdirmeyi bırakıp o çürük sütunların ortasındaki kürsüye yürüyen beş adamı ve çevresindeki korumaları izledi. Avukatın tükürülesi yüzündeki gururu gördü. Midesi kasıldı da durdu, bekledi. Gözlerini biraz daha yana kaydırdı.

Savcının oğluna baktı.

Küstah bir kıvrım vardı dudaklarında. Yeşerme umutlarıyla geçip giden bir hayatın celladı değilmiş gibi, kendisine duydukça cehennemin yedi kat altındaymış gibi diri diri yandığını hissettiren o çığlıkları, o yalvarışları hiç duymamış gibi umursamazdı. Omuzlarına vebalin uğramadığı belliydi. Dimdikti çünkü. Gurur duyuyordu kendisiyle. Binlerce insanı bu adaletsizliğe ortak etmesine karşın gururluydu.

Tutuksuz yargılanmıştı.

O pis dudakları bu eğreti kıvrıma kavuşmadan önce ne yalanlar söylemişti, ne iftiralar atmıştı acımadan on dört yaşında soldurduğu cennet çiçeğine. Adli tıptan tutun, terapi merkezindeki yürek yoksunu hemşirelerden birkaçına kadar pek çok insanı aslı astarı olmayan bu iddialarına alet etmişti. Başarmıştı pek tabii, gurur duymalıydı pisliğiyle.

Duyuyordu.

Gözlerini daha bir kısıp diğer iki adamı izledi. Mutlulardı, sanki gerçekten suçsuzlarmış da aklanmışlar gibi mutlulardı yüzsüzce. Kendilerine yönelik küfürlere, hakaretlere ve beddualara da tıpkı Jeon Jeongguk'un çığlıklarına oldukları gibi sağır olmuşlardı.

Ve son olarak savcıya baktı. En çok da bu yaşlı adamın burada bulunmaktan bile sıkılmış ifadesi dokundu kanına. Evlat sevgisi miydi onu bu insanlık ayıbına ortak eden, yoksa sadece namını ve şanını koruma çabası mı? Böyle bir vahşeti bu kadar basite indirgeyen bir adamın adalete, yargıya mâl edilmiş olması kanına öyle bir dokundu ki, tepeden tırnağa içinde esir tuttuğu cinnetle birlikte titredi. Savcının kürsüye doğru yürüyüp kendisine uzatılan mikrofonlara ve sorulara odaklanmasını kısık gözlerle izledi. Çok bir şey demedi savcı, değerli vaktini kimsesiz, basit bir çocuk için yeterince harcamıştı.

"Adalet." dedi.

"Adalet yerini buldu."

Daha çok lanet edildi. Daha çok ağladı fani melekler. Bunca insanın isyanına sağır kaldı acımasız dünya. Taehyung'un gözlerinde patlayan şimşekler kör etti onu. Dizini parçalamak pahasına çöktü üzerine. Tüfeği çatının korkuluklarına yerleştirdikten sonra tek gözünü kapatıp dürbünü açık gözüne yaklaştırdı. Şarjör makarasını çevirdi ve tereddüt dahi etmeden kırmızı hedefin yer edindiği noktaya atış yaptı. Tüm feryatlar kesildi, tüm küfürler duruldu. Üç adamın kanlar içindeki, alınlarından delinmiş bedenleri yere yığılırken sadece tüfekten çıkan üç el atış sesinin geniş alanda yankılanması kaldı. Susturucu takmamıştı, saklamamıştı Taehyung. Açık açık, alenen yapmıştı katliamını. Kaybedecek bir özgürlüğü yoktu artık, tüm gözler kendisine dönerken kireç gibi bir suratla, binlerce insanın gözleriyle birlikte sesin geldiği yöne döndü savcı. Önce çatıdaki genç adamın indirip yere bıraktığı tüfeğe baktı korkuyla, ardındansa gözlerine.

O gözler bir daha kabuslarından çıkmadı.

"Adalet." diye bağırdı Taehyung.

"Adalet şimdi yerini buldu savcı!"

Bir karmaşa oldu. Polisler silahlarına davrandı. Hepsi aynı anda çatıdaki genç adamı hedef alırken Taehyung onların bu adaletsizliğe susan yüreklerindeki yavaşlığa küçümser gibi baktı. Küçüktü hepsi, çok küçüktü hem de. Yoklardı hatta. Belindeki 357 Magnum beylik tabancasının güvenlik kilidini bu yavaşlığa meydan okuyarak, gözle görülemeyecek bir hızla indirdi. Demir namlunun soğukluğu şakağını üşütürken badem gözleri kalabalığın hemen ardında kalan, kendisine cennetinden korkuyla bakan küçüğüne kaydı. Vuslatın varlığıyla son kez gülümsedi Taehyung ve tetiğe bastı.

Her daim boyaların yer edindiği güzel elleri, kendi kanına boyandı.

justicia de iris | taekook ✓Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora