-2.Bölüm-

228 30 4
                                    

Tisortume akıttığı gözyaşlarının arasından "evden kaçtım" dedi. Gözlerim kocaman olurken geri çekilip yüzüne baktım. Ben ona bakarken gözleri, arkamda en az benim kadar şaşkın olan kızlara baktı. Kızlar ona sarılırken düşündüm; derdimiz 1 iken 2 olmuştu. Ne vardı ki, o zaman bizde 2 çözüm bulurduk.. Hazal kendine geldiğinde olan biteni bize anlatmıştı. Annesi ve abisi benim kaçışımdan sonra ona evden çıkmayı yasaklamış üstelikte abisi "ne biçim arkadaşlar ediniyorsun" diyerek ona tokat atmıştı. Ve hazal kendi tabiriyle gaza gelmişti ve bizsiz bir hayat istemiyordu. Bende Hazal'sız bir hayat istemiyordum. Akşam hep beraber yaptığımız konuşmadan sonra bundan sonraki hayatımızın başlangıcına karar verdik. Selen ve nazlı da burda kalmıştı. Hande'nin ailesi geldiğinde onlara 2 günlük bir pjama partisi yaptığımızı söylemiştik.
Sabah handenin odasında yaptığımız 4 kişilik yer yatağında Hande'nin ayağıyla bakışarak uyanmıştım. Hande'nin gönlü biz yerde yatarken yatakta yatmaya el vermemişti. Ve hep beraber yere boylu boyunca serilmiştik. Eminim dışardan güzel bir kare gibi gözüküyordur. Handenin ayağını burnumun ucundan çekerken oldukça nazik olmaya çalışıyordum. Ama ben esneyerek yerimde doğrulurken hande kahverengi gözlerini açmıştı bile. Uyku sersemi nerde olduğunu anlamamış gibi etrafına bakındı. Yüzüne yayılan gülümsemenin ardından "günaydın!" diye cırıldadı. Ellerimi ağzına bastırıp "Şşş sessiz ol, sanada günaydın" diyip gülümsedim.
Ama arkamdaki hareketlenmeden sonra hazal da yerinde doğrulup "günaydın" dedi çatlak bir sesle.
Selen kıpırdanıp "kesin sesinizi" diye haykırdı. 3ümüz kıkırdarken nazlıda uyandığını belli etmek için saati sordu. Hande kolundaki pahalı saate bakıp "11:15" dedi. Hazal telaşla ayaklanırken "erken kalkmalıydık çok işimiz var" dedi. O her zaman pinpirikliydi. Çoğu zaman beni bu haliyle güldürüyordu. Pinpiriklenmesinin sebebi dün gece karar verdiğimiz üzere bugün iş arayacaktık ve birde ev bakacaktık. Benim birikmiş param vardı. Evden çıkmadığım için paramı da harcayamıyordum. Ama hazalın parası varmıydı bilmiyordum. Ve sormayacaktım çünkü onu utandırabilirdim. Para mevzusu her zaman benim için çirkin bir konuydu,konusmayı en sevmediğim konu. Hazal ile paramı seve seve paylaşabilirdim. Bende ayaklanıp aynanın karşısına geçerken nazlı "bizde sizinle geliyoruz" dedi. Hande onu onaylar gibi sesler çıkardı ve selen hala uyuyordu.
"Olmaz" dedim. "Daha fazla dikkat çekmemeliyiz"
Hazal handenin odasında bulunan banyosuna dogru ilerlerken
"Haklı kalabalık dolaşmamalıyız" dedi. Kızlar haklı olduğumuzu bildikleri icin ısrar etmediler. Onlar tekrar uykularına dalmaya çalışırken hande çıktıktan sonra bende lavoboya girip yüzümü yıkadım. Açıkçası kısada olsa sıcak bir duş almak çok iyi olabilirdi ama vaktimiz yoktu. Aynadaki yansımama baktım. Çelimsiz kırılgan ve yorgun görünüyordum. Zayıftım hemde önceki senelere oranla fazla zayıftım. Çocukluğumdan 16 yaşıma kadar hep kiloluydum. Ama hiç bir zaman dalga gecen insanlara alışamamıştım. Hatırladığım şey 16 yaşında 75 kiloyu gördüğümdü. Ve kendime bir dur demenin vakti gelmişti. Bi denli kilolu olmak artık grur kırıcı olmuştu. Bunun sebebi evde oturup durmamdı. Canım sıkıldıkça abur cubur yiyiyordum. Ne yürüyüş yapabiliyor ne de aktivitelere katılabiliyordum. Sağlıklı bi diyet yapamıyordum. Bende zararlı yola başvurmuştum. Kusarak midemi boşaltıyordum. Yani boğazıma parmağımı değdirip kendimi kusturmaya başlamıştım. Bunu hergün hatta günde 2 veya 3 kez tekrarlıyordum. İşe yaradığını gördüğüm de alışkanlık haline getirdim ve 1 buçuk senede 48 kiloya düştüm. Annem beni kendim kustururken yakalamıştı ve "sen böylede zayıflayamazsın" diye alay etmişti kendince. Ama 48 kiloya düştüğümde işin ciddiyetini anlayıp beni bağırarak engellemeye çalışıyordu. Ama bilmediği birşey vardı ki bu bir hastalık haline dönüşmüştü. Midem küçülmüştü artık yemek yiyemiyordum yesem bile kilo almak fobi haline geldiği için anında kendimi kusturuyordum. Benim için hiçbirsey yapmamışlardı. Bağırıp çağırmak dışında. Ben 48 kilo olarak ölmek üzere olan bir ucube gibi görünürken en azından beni doktora götürebilirlerdi. Neyseki şimdi 54 kilo olmuştum. Ve tekrar kilo almayı hazal,selen,hande ve nazlı sayesinde başarabilmiştim. O dönemlerde tek destekçilerim onlardı. Hastalığın izleri tamamen silinmemişti tabiki. Yine yemeği fazla kaçırdığımı düşündüğümde kendimi kusturmam gerekiyordu. Aksi halde ağlama krizlerine girip morarabiliyordum. Kafamı sallayıp düşüncelerimi dağittım. Vücudum dışında yüzüm küçük sayilabilcek gibiydi ve kocaman gözlerim vardı. Kaşlarım düzgün şekilli ve koyu renkti. Dudaklarım ince değildi ama çokda kalın sayılmazdı. Agız yapım küçüktü. Elmacık kemiklerim belirgindi. Saçlarım koyu kahverengiyle kaşlarıma uyum sağlarken boyu belimdeydi ve dalgalıydı ama ben genelde düzleştirirdim. Hala ıslak olan yüzümü havluya silip iç geçirerek banyoda çıktım. Çıktığımda hazal üzerine sarı bir kazak ve açık renk bir kot giymiş saçlarını dizginlemeye çalışıyordu. Ona gülümseyerek bakıp handenin dolabında benim için ayırdığı dolaptan siyah kotumu pembe kazağımı ve deri ceketimi elime alıp dolabın arkasına saklanarak üzerime geçirdim. Tuhaf ama siyahıda seviyordum pembeyide. Dengesiz kişiliğimi açıklayan en somut şey buydu galiba. Sadece narçiçeği renginden nefret ederdim. Pijamalarım katlayıp dolaba koyduktan sonra bende boy aynasının karşısına geçip elektiriklenen saçlarıma baktım. Gözlerimi devirip masanın üzerinde duran saç kremimi elime sıkarken bugün saçlarımla uğraşamayacağıma karar verdim. Zaten dalgalıydılar. Saç kremiyle yatıştırdığımda maşayla yapılmış gibi duruyordu. Omuz silkip dolaptanda siyah beremi çıkartıp kafama geçirdim. Hazala baktığımda o da işini bitirmişti. Normalfe ikimizde en azından bi eyeliner sürerdik ama bugun ona ayıracak vaktimiz yoktu. Gerekli eşyaları cuzdanimi telefonumu siyah deri çantama koyup onu sırtıma asarken bi elimlede siyah rayban güneş gözlüklerimi takıp hazala baktım. Asker yeşili montunu giymiş saçlarını dışarı çıkartıyordu. Montuyla uyumlu çantasınıda koluna takıp bana "hadi" dercesine kafasıyla kapıyı işaret etti. Şuan herkes evdeydi ve kimse uyanmasın diye konuşmuyorduk. Parmak uçlarımızla gittiğimiz kapının yanındaki fortmanto dan botlarımı alıp kapıyı açtım. Yüzümü yalayan soğuk hava dalgasına rağmen nazlının değişiyle "eşek öldüren güneş" parlıyordu. Hazal kapıyı kapatıp koluma girmişti.
"Umarım kimseye görünmeden şehir merkezine gidebiliriz" diye mırıldandı.
"Umarım" diye karşılık verdim.
Otobüs durağına gittikten 5 dakika sonra otobüs gelmişti. 25 dakikalık yolculuğun ardından şehir merkezindeydik. Otobüsten inerken telefonuma bakmak aklıma gelmişti. Ağır ağır yürürken telefonun ekranında yine ton'la arama vardı. Hepsini silip telefonu cebime koyarken hattımı kırmaya karar vermistim. Hazalda fikrimi begenmisti. Bugun iki tane hat alıp o hat açıldıktan sonrafa eski hatlarımızı kıracaktık. İkimizde gergindik. Normalin aksine pek konuşmuyor ve kahkaha atamıyorduk. Normal şartlar olsaydı herşeye güler ve boş boş konuşurduk. Anılar gözümde canlanınca kısacıkta olsa gülümsememe engel olamadım. İş bulmak için Krem Park Avm'ye gitmeye karar verdik. 5 dakikalık yürüyüşün ardından Avm'nin kapısından girince buz gibi olan vucutlarımız sıcak hava dalgasıyla gevşemişti.
Hazal alt dudağını ısırarak
"Melek lavobaya gitsek iyi olur yoksa altıma işeyebilirim" dedi.
Kıkırdayarak başımı olunlu anlamda sallayıp lavobanın yolunu tuttuk. İçerde sadece bir kadın vardı. Hazal iç lavobaya girerken o da kapıdan çıkıp gitmişti. Hazalı beklerken telefonumu çıkarıp ekrabına baktım. Babamın aradığını gördüm. Daha fazla dayanamayarak telefonu açma tusuna basıp kulagıma götürdüm.
"Ne var?" dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Benim aksime sinirden kudurmuş bir ses tonuyla
"Nerdesin lan sen,ne boklar yiyirosun! Sürüne sürüne eve geldiğinde bunun hesabını ağır ödeyeceksin!" diye kükrerken hangi babanın kızıyla böyle konuştuğunu düsündüm.
"Ölsemde o eve asla geri dönmeyeceğim."her kelimeyi bastırarak söylemiştim.
"İster gel ister gelme ama seni bulduğumuzda ölmüş olmayı dileyeceksin" arkadasından emrenin sesi geldi.
"Ona söyle onu bulduğumda yüzünü paramparça edeceğim"
diye bağırdığında ona
"Piç" diyip telefonu kapattım. Aradıklarında telefonu hiç açmamalıydım. Halbu ki iyi olduğumu bilip benim için endişelenmesinler diye açmıştım ama onların bunu hak etmediği aşikardı.Elim titreye titreye telefonu cebime sokarken hazal çoktan lavobadan çıkmış muslugun karşısından endişeyle bana bakıyordu. "Ben sadece beni merak etmesinler istedim" dedim çatlayan sesimle.
Hazal hızla gelip beni ayakta tutmak istercesine sarıldı.
"Şşş ağlama onlar hiçbir zaman bunu hak etmediler. Ne senin ailen ne benimkiler." dedi. Hattımı hemen şimdi kırmaya karar verdim. Telefonu alıp hattımı çıkarırken elinin tersiyle yüzümü sertçe sildim ve hattı kırık çöpe attım. Hazal hattını eve gidince kıracaktı. Kızların bize ulaşabilmeleri için. Lavobadan çıkınca LC waikiki'ye gitmistik. Onların her zaman çalışanlara ihtiyacı oluyordu. Ve bizde şanslı günümüzdeydik. Yarın işe başlayacaktık. Moralimiz biraz düzelirken Avm den çıktık. Sırada ev aramak vardı. İçimden bir ses zor olacak diyordu. Hazal beni aniden yanından geçtiğimiz heykelin arkasına doğru sürüklemeye başladığında ne olduğunu idrak edememiştim. Heykelin arkasına geçtiğimizde "abim" diye fısıldadı. Kan yüzümden çekilirken hazalın gözünü ayırmadan baktığı noktaya baktım. Evet abisi 2 adamla konuşuyordu. Görüş alanıma giren tanıdık yüzü görünce dehşete kapıldım. Tahminime göre ender ve hazalın abisi mehmet işbirliği yapıp bizi arıyordu. Mehmetin gözleri bizi bulunca 1 saniye bile düşünmeden koşmaya başladık. Ziraat bankasının olduğu tarafa koşarken hazalın elini hiç bırakmamıştım. O da benimkini. İnsanlar bize garip garip bakarken arkama dönüp son hız koşan ender ve mehmet'e baktım. İyi koşuyorlardı ama bizden hızlı değillerdi. Biz kızdık ve daha kıvrak harket ediyorduk. Hazal korkudan çığlık atınca pes etmemesi için " sakın arkana bakma" diye bağırdım koşmayı bırakmadan. Hazal çok iyi kosuyordu ama korkusuna ve heyecanına yenik düşmesinden korkuyordum. "İyi değiller hazal, iyi koşamıyorlar. Birazdan atlatacağız. Sakın koşmayı bırakma." bu arada ender ve mehmet arkamızdan küfürler savurarak geliyorlardı. Hazal cevap vermedi ama binaların olduğu sokağın virajını dönerken daha da hızlandığını anlamıştım. Durmadan arkama baktım henüz mehmet ve ender viraji dönmemişti. Aramızda en azından baya mesafe vardı. Aniden beni bir apartmanın içine soktu. Etrafıma baktım bodrum kata inmeliydik yoksa içeri baktıkları taktirde bizi bulabilirlerdi. Bodrum kata inerken nefes nefeseydik ve kısa bir öksürük krizine girmiştim. Karanlık kata indiğimizde ikimizde duvara yaslanıp nefesimizi düzene sokmaya çalışıyorduk. Bir süre sessiz kalarak sessizliği dinledim. 10dakikadır hiç ses yoktu. Atlatmışmıydık? Binalara bakmayacak kadar aptallarmıydı. Hazalla sessiz kalmaya karar verdiğimiz süre boyunca hayal kırıklığına uğramamayı umuyordum. Hazal ağlamaya başladığında "yapamam" diye mırıldanıyordu. "Ne?" dedim endişeyle. "Bu korkuyla yaşayamam" diyerek yüzünü ellerinin arasına aldı. Şaşırmıştım ama hazalın beni bırakıp o eve dönmeyeceğinden adım kadar emindim. Başka birşeyden bahsediyordu. Elimi omzuna koyarken "hazal?" diye fısıldadım, "neyden bahsediyorsun" kafasını kaldırıp yaş dolu gözlerle bana bakmıştı. Onu öyle görünce içim parçalandı. O ağlamazdı.
gülerdi ve güldürürdü. Simdi tüm enerjisini kaybetmiş mavi gözler yaş içindeydi.
"Gidelim" dedi. Anlamayarak ona baktım.
"Gidelim bu lanet ücra kuyudan. Burda onlarla aynı havayı solumak istemiyorum. Korkarak dolaşmak istemiyorum. Özgürlüğün kokusunu alamıyorum melek, evden ayrıldım ama hala hiçbiryer özgürlük kokmuyor." dedi. Haklıydı. Konuşmasının devamını merakla dinledim.
"Simdilik gecici bir yere gidelim. İstanbul, ankara. Selen nazli ve hande üniversite sınavına girecekler universiteyi nerde kazanacaklar bilmiyorum ama sonra onların yanına gideriz. Olmadı ev tutmayız karavan kiralarız. Para biriktirip karavan alabiliriz. Bu süper fikir!" dedi gözleri parlarken. Söyledikleri çok mantıklıydı. Burda diken üzerindeydik. Böyle yaşanamazdı. Ben konusmaya hazırlanırken hazalın telefonu çaldı. Muzik sesi bodrum katın duvarlarında yankılanıyordu. Daha fazla ses çıkarmamak için telaşla telefonu açtı.
"Alo?" diye cevapladı.
Bir süre karşıdakinin konuşması dinledi. Dinledikçe yüzü düşüyordu. "Hazal" dedim endişeyle. Ama cevap vermedi.
"Kim o" dedim. Bu sefer sadece gözlerimin içine bakmakla yetindi.
Elinde ki telefonu kapıp kulağıma götürdüm.
"Alo?" dedim. "Kimsin?"
"Benim nazlı"
"Noldu, hazal'a ne söyledin?"
"Abisi" dedi ve duraksadı. Yutkunduğunu hissedebiliyordum.
"Karaçalıda ki markete gitmiştim ve onu bağırırken duydum. Eline bir silah almış, onu öldüreceğim diye ortalıklarda dolanıyor" "Tamam" dedim dehşete düştüğümü belli etmeyerek.
"Senden bir kaç şey istiyorum. Kızlarada haber ver ve yarım saat içinde Hazal ve benim tüm eşyalarımızla bavullarımızı hazırlayıp düzcedeki otobüs gar'ına getirin" dedim tek solukta.
"Ne? Neden?" diye fısıldadı nazlı.
"Dediğimi yapmalısın nazlı. Hemen. Geldiğinizde konuşuruz" diyip cevabını beklemeden karşımda korkuyla şok arasında donup kalmış Hazala bakarken telefonu kapattım. Hazal'ın buz kesen ellerini tutup bana bakmasını sağladım. Gözleri yaş içindeydi.
"Beni öldürecek" diye sessizce fısıldadı içinde boğulan umutların tüm çığlıklarının aksine. Onu böyle görmeye alışık değildim. Normalde güçsüz ve sulugöz olan bendim. O beni hep avutan, neşelendiren, güçlü kılan kız kardeşimdi. Bugün rolleri değişmiştik ve ben bugüne kadar bana yaptığı fedakarlıkların vefa borcunu ödemek istercesine "Öldüremeyecek çünkü gidiyoruz" dedim. özgüvenli görünmeye çalışarak. Ve fark ettim ki hep olmadığım biri gibi görünmeye çalışıyordum. Gerek kendim için, gerek dostum için, gerekse dış dünyada akbabalardan farksız olarak beni yargılamaya hali hazırda bekleyen sik beyinli insan sürüsü için...
***
Şapkalarımız ve kamufle olmak için yağmurlu havada taktığımız güneş gözlükleriyle tesis'in içine girdiğimizde gözüm hemen bizim kızlara çarpmıştı. Bakalım gitme haberine onlarda Hazal kadar sevineceklermiydi. Hiç sanmıyordum ama biz can güvenliğimizi düşünmek zorundaydık ve eminim burada 10 hünden fazla yaşayamazdık. Yanlarında koca bavullarla bekleyen asık 3 tane surat gördümde tahminlerimde ne kadarda isabetli olduğumu anlamıştım. Yanlarına yaklaşırken ne diyeceğimi kestiremedim. Neyse ki hande beni bu durumdan kurtarmıştı.
"Neler oluyor?" diye sorduğundan duymak istemediği şeyler duyacağını biliyor gibiydi.
"Otursanıza" dedim boş sandalyeleri göstererek. Selen gözlerini devirip hemen arkasındaki sandalyeye çökerken bende etrafıma baktım. Burası küçük biryerdi. Zaten Düzce'den devasa bir otobüs gar'ı bekleyemezdik değil mi? Neyseki veznelerin olduğu kapalı alan kalabalık değildi ve oturacak bir sürü yer vardı. Hazal ve ben de kızların karşısındaki oturaklara oturduk.
"Hadi artık" diye tısladı nazlı.
"Biz gitmeye karar verdik" dedim bir çırpıda. Ama bunun yeterli bir açıklama olmadığının farkındaydım. 3ü birden nerdeyse aynı anda "onu anladık gerizekalı" der gibi göz devirdiler. Normalde bu tablo karşısında altıma işeyerek gülerdim ama durum çok ciddiydi.
Hande "Onu görebiliyorum, ama neden? nasıl gidersiniz? Bizi bırakamazsınız" dedi sesinin titremesine engel olamayarak.
Çeneme kilit vurulmuş gibi hissediyordum. Söyleyebilecek birçok şey vardı ama şuan hepsi kifayetsizdi. Hazal konuşmaya başlayınca tüm dikkatler ona dikildiği için gözüme dolan yaşları itmek istercesine baş parmağım ve işaret parmağımı gözlerime bastırdım.
"Mehmet beni öldürecek. Beni bulursa gözünü kırpmadan beni öldürecek. Ki bugün bunun kıyısından döndük. Eğer beni yakalasaydı şuan cansız bedenime bakıyor olabilirdiniz." söylediği şey beni ürpertti.
"Burda yaşayamayız. Saatli bir bomba gidi dolaşamayız. Eğer öyle olacaksa evimizi terk etmemizin ne anlamı kalır ki? Bunu adı özgürlük değil kızlar. Bunu adı 2 kat tutsaklık." diye sözünü noktalarken duygularıma tercüman olduğunu düşünmüştüm. Kimse konuşmadı. Konuşma sırası bendeydi. Gözlerimi bir selene bir nazlıya birde handeye değdirdim.
"Ne var biliyor musunuz? Hiçbirşey. Büyüdüğümde "hayatının en güzel yaşlarında ne yaptın?" sorusuna verebilecek bir cevabım yok. Dostlarımla eğlenirken çekildiğim bir fotoğrafım yok. Birilerine nasıl tanıştığımızı anlatabileceğim bir erkek arkadaşım yok. Sarhoş olduktan sonra saçmalarken çekilen videolarım, bir gitarım, rüya kapan'ım, avaz avaz bağırarak söyleyebildiğim bir şarkım ve bir bisikletim yok." dedim ve nefes aldıktan sonra devam ettim;
"Neden biliyor musunuz? Çünkü iyi kızlar bunların hiçbirini yapmaz. Çünkü onlara göre hiç bir kız bunları yapamaz. Tek suçum kız olmak ve şunu bilmenizi isterim ki bu şehrin sınırları dışına çıkmadıkça hayatım bir tutsak olarak devam edecek." son kelime dudaklarımdan dökülmeden önce sağ gözümden bir yaş süzüldü. Ellerimle yüzümü kapatıp dirseklerimi dizlerime dayadım. Uzun denebilcek bir sessizliğin ardından hande yanıma oturup sırtımı sıvazlarken, nazlı da hazalın yanına oturup ona sarıldı. Hala karşıda duran Nazlı
"Bizde geliyoruz" dedi. Kafamı kaldırıp şaşkın şaşkın baktım.
"Evet" de hande sırtımı sıvazlamayı bırakıp. Selende fikrini belli etmek istercesine "anca beraber kanca beraber" dedi. Gözlerimdeki yaşların yerini parıltılar alırken hazalın gözlerindeki bulutları fark ettim.
"Yapamazsınız, girmeniz gereken bir üniversite sınavı var" dedi.
"Sikmişim üniversiteyi, sanki kazanabilecekmişiz gibi" dedi selen. Kıkırdamama engel olamadım. Hande de benim gibi gülerken
Nazlı "barajı bile geçmekten ümidim yok" dedi.
Hande
"Bu senelik sınavı erteleriz, gideceğimiz yerde düzenimizi kurduktan sonra yine sınava hazırlanırız" dedi hande omuz silkmeden hemen önce.
Duyduğum mutluluk paha biçilemezdi.
Hazal gülümserken
"gideceğimiz yer.." dedi hemem ardından
"Nereye gitmek istersiniz bayanlar." diye sordu neşeyle.
"İstanbul" diye cırladık hepimiz birden. Kahkaha atmaya başladığımızda bu sefer mutluluktan ağlayacaktım. Bizim orta okuldan beri hayalimizdi İstanbul. Ve şimdi oraya gidecektik. Tanrım.. Çıldırmamak elde değil.
-
Tüm detayları ciddiyetle konuştuğumuzda plana karar vermiştik. Biz hazal ile bugün gidiyorduk. Hande ve nazlı anne ve babalarına artık kendi ayakları üzerinde durup orada bir kız yurdunda kalıp dershaneye gidip gelerek sınava hazırlanacaklarını söyleyeceklerdi. Aileleri onların bu kararıyla grur duyacaklardı eminim. Onlar bizden farklılardı. Modern aile denen şeyin tanımıydılar. Fakat selinin durumu pek de aynı değildi. Tek çocuktu, annesi o küçükken vefat etmişti ve modern olabilecek bir ailesi yoktu. Babası eve 3 günde bir gelip seline istediği miktar para verip onu evin hizmetçilerine emanet edip defolup gidiyordu. Yani selen'in evden ayrılması onun işine gelirdi. Tek yalması gerek her ay seline para göndermekle sınırlanacaktı. Babasını bir kere görmüştüm ancak selin'i bu denli sevgisiz ve ilgisiz bıraktığından dolayı ona yumruk atmamak için kendimi zor tutmuştum. Bize 1,ay yetecek kadar param vardı. Hazal'dada olduğunu varsıyordum. Yani yinede bir ev tutup depozitoya ödemeye yetermiydi süpheliydim. Kızlar bize bavullarımızı verdikten sonra onları şans dileyerek uğurlamıştık. Hemen aileleriyle konusup en kısa zamanda geleceklerdi. Hazal ile saat 16:00'a düzce güven'den istanbul otobüsü için biletlerimizi almıştık bile. Otobüsün kalkmasına 10 dk vardı. Ve benim karnım çok acıkmıştı. Sabah kahvaltı bile yapmamıştık. Hemen ilerdeki büfeden 1er tane tutku ve 1er tane cola alarak bizi bir kaç saat idare edeceğini düşündük. Otobüse geçtiğimizde cam kenarına oturdum ve hazalda yanıma otururken ona pis pis sırıttım. Çünkü ikimizde cam kenarını seviyorduk ve bu sefer ben kapmıştım.
"Beni de cola'ya alıştırıcaksın" dedi yanıma yerleşirken. Kıkırdadım.
"Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" diyerek o atasözünü hatırattım. Bi aldıklarımızı midemize indirirken 5 dakika içerisinde otobüs dolmuştu. En son şoför gelip yerine yerleşirken elimle buruşturduğum tutku paketini çantama sıkıştırıyordum. Hazal da benim yaptığımı yaparken otobüsümüz hareket etmişti bile. Uzun yolculukları her zaman sevmiştim ama bu farklıydı. Kafamın içinde huzur da vardı, bilinmezliğin getirdiği tatlı telaşta. Özgürlük duygusu beni tahrik ederken, korku önüme bariyeller koymaya çalışıyordu. Özgürlüğe giden yolda başımı yağmurun vurduğu cama yaslarken "bariyellerin canı cehenneme" diye fısıldadım...

-Hey hey hey. Hikayeme 15kişi göz atmış ama sıfır vote, sıfır yorum. Ama sorun değil sabırla beni keşfetmenizi bekleyeceğim. Sevgilerle :)

-EN UÇAMAYAN-Where stories live. Discover now