-3.Bölüm-

182 19 1
                                    

Yol boyunca ben çoğunlukla müzik dinlerken hazal polisiye bir kitap okumuştu. Kalan kısımdada sohbet etmiştik. İstanbul'a vardığımızda ilk olarak ne yapacağımızı konuşmuştuk. Otel tutup esyalarımızı oraya bıraktıktan sonra hemen iş aramaya koyulacaktık.
Otobüs tıslayarak durduğunda ikimizde toparlanmış inmeye hazırdık. Önümüzden inen 6 veya 7 kişinin ardından önce hazal istanbulun toprağına ayak basmıştı. Ardından yavaş ve korkak adımlarla otobüsten indim. Etrafımı saran güçlü his gülümsememe sebep oldu. Nefes almayı unuttuğumu fark ettiğimde ciğerlerime havanın girmesine izin verdim. Hazal'ın Düzcede o binanın bodrum katında bahsettiği "özgürlüğün kokusu" genzimi yakarken gözlerimin yaşarmasına izin verdim.
...
"Evet geldik"
"Evet iyiyiz ve taksideyiz"
"Evet" dedim bıkkınlıkla "hiçbir sorun yok ve eğer olursa size haber veririz" hande bizi aradığında taksiye biniyorduk. Ve simdi nerdeyse otele varmıştık ama hala bir sorun olup olmadığını ve bir sorun çıkarsa onları aramamız gerektiğini söylüyordu. Aynı zamanda ilk müjdeyi vermişti. Selen babasıyla konuşmuş ve tahmin ettiğimiz üzere babasınında işine gelmiş ve burada bizimle kalmasına izin vermişti. Hande ve nazlı da bu akşam yemeğinde konuşacaklardı.

Zor bela telefonu kapattığımda taksicinin temiz ve fiyatı uygun diye bahsettiği otelin önünde durduk. Hazal
"Burasımı?" diye sorduğunda ona uzattığım telefonu aldı. Taksici "Burası" dedi. Taksimetrede yazan miktarı çıkartmak için çantama yöneldim ama hazal beni durdurdu.
"İlk harcamamız benden" dedi ve ücreti ödedi. Omuz silktim, nasıl olsa daha çooook harcama yapacaktık.

Arabadan indik ve resepsiyondan 2 kişilik bir oda kiralayıp valizlerimizi odaya çıkarttık. Odada 1 tane yeni sayılmayan bir boy aynası vardı. Karşısına geçtim. Hala sabahki kıyafetlerleydim ama oldukça rahattı ve birazdan iş aramaya çıkacaktık. Üstümü değiştirmemeye karar verdim. Hazal da üstünü degistirmeyince hava kararmak üzere olduğu için apar topar çıktık.

Otel çarşıya yakın olduğu için fazla yürümedik. Bir kaç kafeye ve mağazaya sorduk ama şuanda bir çalışana ihtiyaçları olmadığını söylediler. Şimdide büyük bir kafeye giriyorduk. İçerisi çok zevkli döşenmişti ve ahşap yerler siyah masalar ve kahverengi duvarları vardi. Diğer aksesuarlarda koyu renkti.Loş turuncu ışıklarla aydınlatılmıştı. Pastaların olduğu tezgahın arkasındaki orta yaşlı adama iş için geldiğimizi söyledik. Adam arkadaş olup olmadığımızı sordu.

"Üzgünüm ama kurallar gereği 2 arkadaşı işe alamıyoruz. Sadece 1 taneniz işe girebilir dediğinde hazal'la birbirimize baktık.
"O giriyor" dedi hazal beni göstererek. Şaşkın şaşkın ona baktım. Bana şirince sırıttı. Adam haftaya başlayacabileceğimi, maaşımın 800 lira olduğunu söylemişti. Önce hazal'a kızsamda iş gayet cazipti. Sabah 8 de başlayan mesai akşam 5 de bitecekti. Ve garsonluk yapacaktım. Kafenin dışına çıktığımızda kafamı kaldırıp adına baktım. "Darkside" yazıyordu. Oldukça havalıydı. Eminim burada zengin züppeleri cirit atıyordur.
Hazal' dönüp
"Ayrı ayrı yerlerde çalışmak istemiyordum" diye mızmızlandım.
Gözlerini devirip koluma girerken
"Böyle giderse iş bulamayacaktık en azından birimizin bir işi olsun" dedi.
Aynı zamanda beni 100 metre ilerdeki devasa AVM'ye sürüklüyordu. Dışarıda nefes kesici bir soğuk vardı ve keşke daha kalın giyinseydim diye kendime küfürler ettim. Soğuğa karşı aşırı duyarlıydım ve üşümeye dayanamıyordum. AVM'nin sıcak hava dalgası yayan havasıyla buluştuğumda vucudum gevşedi.
"H&M" diye fısıldadı hazal benide mağazaya sürüklerken. Waow! Gerçekten H&M. Bahsettiğim şey bir giyim markası. Oldukça zevkli bir giyim markası. Üstelik fiyatlarıda pek uçuk değildi. Hazal'ın bu kadar sevinmesinin sebebi Düzce'de H&M olmamasıydı.
Hazal kasiyer kıza çalışana ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Ve tadaaaa! Daha yeni bir çalışan işten ayrılmış. Hazal ve kız kısa bir görüşme yaptıktan sonra artık hazal'ında bir işi vardı. Büyük şehirde iş bulmak çok kolaydı. Özelliklede gençsen ve her işi yapabilecek durumdaysan. Hazal'la gidiş saatlerimiz aynıydı ama o 6 da işten çıkacaktı. Sorun teşkil etmediğini düşdüm. İş bulmanın vermiş olduğu rahatlıkla bir kafede yemek yedik. Zira açlıktan ölmek üzereydik. Düzcedeyken dışarda nerdeyse hiç yemek yiyemezdim.
Bir kaç vitrin baktıktan sonra otele döndük. Çok sıkı yağmur yağıyordu ve sırılsıklam olmuştuk. Ama ben yağmuru -üşümekten nefret etsemde- tüm mevsimlerden çok seviyordum. "İroniler kraliçesi Melek".
Suyu sıkılabilecek kıyafetlerimi otel odasının banyosunda üzerimden çıkartırken hazal bu işi çoktan halletmiş eline aldığı telefonla en son konuştuğumuz hande'yi arıyordu. Üzerime pembe kalın bir sweatshort geçirirken altıma en sevdiğim ağı dizlerime kadar düşük olan gri eşofmanımı çektim. Ayıplanmayacağımı bilsem dışarıyada böyle çıkardım çünkü rahat olmayı seviyordum. Az önce yıkadığım saçlarımı havluya sarıp şeyhzade havasında banyodan çıktım. Hazal kulağında tuttuğu telefonu göstererek "açmıyor" dedi.
Bavulumdan bir çift çorap çıkartıp yatağa oturdum
"Selen'i arayalım" dedim. "Hande ve nazlı akşam yemeğinde olabilirler."
Hazal kafasını sallayıp selenin numarasını çevirdi ve hoparlore aldı. Bakalım kızlar ikimizinde iş bulduğunu öğrenince ne diyeceklerdi. 2.çalışta telefon cevaplandı.
"Hazal" diye şakıdı selen sevincini gizlemeyerek. Hazalla bakıştık ve aynı anda "Bil bakalım hangi ikili bugün iş bulmuuuuuşş!!" diye bağırdık. Tabikide bu cümleyi söylemeye bakışarak karar vermedik. Daha önceden ne diyeceğimizi kararlaştırmıştık zaten. Selen karşı taraftan tiz bir çığlık atarken bizde küçük çığlıklar attık.
"Ne ne ne? Nasıl bir iş, nerde çalışacasınız?" diye bağırdı selen. Ona hazal'ın H&M de, benimse darkside diye bi yerde çalışmaya başladığımızı söyledik. Selende babasıyla arasında gecen konusmayı babasının nasıl izin verdiğini bize anlattı. Eşyalarını topladığını ve hande ve nazlıda izin aldıktan sonra hemen geleceklerini söyledi. Bir bakımdan şanslıydık. Hiç birimizin birbirimizden başka, arkasında bırakacağı kimse yoktu. Belki hande ve nazlı ailelerini özleyebilirdi. Ama sadece o kadar. Telefonu kapattığımızda saat gece 10'u geçiyordu. Gözlerim adeta "yorgunuz!" diye çığlık atarken hazalın telefonu bugun bilmem kaçıcı kez çalıyordu. Arayan yine annesi veya abisiydi. Hazal telefonun sesini kapatırken birer tane hat almamız gerektiği aklıma geldi.
"Benim uyumam lazım berbat haldeyim" dedim.
Hazal "bende" derken çoktan yorganın altına girmişti. Bende yorganın altına girip yatakta cenin pozizyonu aldım. 2 gün içinde neler olduğunu düşündüm. Daha dün sabah kendi evimde uyandığımı, herşeyin rutin olarak devam edeceğini düşünürken o akşam evden kaçtığımı ve şimdi istanbulda olduğumu. Hayatımızın son 2 gününde şansımızın ne kadar yağver gittini fark ettim. Anında iş bulmuştuk. Arkadaşlarımızda bizimle kalmaya karar vermişti hatta 1 tanesinin ailesi bunu kabul etmişti ve diğerlerindende çok umutluyduk. Genelde böyle olmazdı herşey boka batardı ve işler sarpa sarardı. Bakalım başımıza ne boklar gelecekti. Bunun uğursuz bir şans olabileceğini düşündüm. Hayat bunun acısını kesin çıkarırdı. Gözlerim yavaş yavaş uykuya teslim olurken yine, ailem dediğim insanların ne yaptıklarını düşünüyordum. Neyseki hazal gün içinde babamla yaptığımız son telefon konuşmasını hatırlatmış ve vicdanıma su serpmişti. Artık tamamen uykunun kollarında yüzmeye başlamıştım.
2 GÜN SONRA
Sıçrayak uyandığımda ter içinde kalan çarşaf ıslaktı. Kabus gördüğüm apaçıktı ama ne gördüğümü hatırlamıyordum. Etrafıma baktığımda yine otel odasının soluk duvarlarıyla karşılaştım. Gözlerimi hemen hazalın yatağına çevirdim ama yatağında yoktu. Kabusun sersemliği hala üzerimde olacaktı ki abartı bir endişeyle bağırdım.
"Hazal!" ayağa fırlayıp odanın içinde hazalı aramaya başladığımda, hazal banyonun kapısından şaşkınlıkla beni
izliyordu.
"Hey, sakin ol bi yere kaçmadım" diye kıkırdadı. Kalp atışım yavaş yavaş düzene girerken rahatlama hissiyle hazala göz devirip tekrar kendimi rahatsızlıkta çığır açan yatağa bıraktıktan sonra yüzümü buruşturdum.
Saate bakmaya üşenip banyonun kapısı açık bir şekilde dişini fırçalayan hazala "Saat kaç?" diye seslendim. Kölükle dolu olduğunu hissettiğim ağzıyla zar zor "9 buçuk" diyebildi.
"Neden beni uyandırmadın?" dedim kaşınan gözlerimi ovalarken. Tükürme sesinden sonra gelen suyun sesi de kesildikten sonra elindeki beyaz havluyla ağzını kurulayarak dışarı çıktı. Gayet rahattı. Sanki 2gün geçmesine rağmen ev bulamadığımızı ve erken kalkıp harıl harıl ev aramamız gerektiğini unutmuş gibiydi. Karşıma geçip pişmiş kelle gibi sırıtmaya başlayınca iyice kıl olmuştum.
"Ne?" dedim. "Farkında mısın bilmiyorum ama hala bir evimiz yok ve bu bokton otele para ödemeye devam ediyoruz" diye mızmızlandım dirseklerimden destek alıp yatakta doğrulurken.
"Farkındayım ama bu uzun sürmeyecek gibi duruyor" dedi ve ellerini göğsünün altında birleştirdi. kaşlarımı kaldırarak baktım.
"Bil bakalım kimler ailesine doğruyu söylemiş ve aileleride kızlarına burda bizimle kalmaları için izin vermiş üstüne üstlükte ev tutmuş??"
Ne aman tanrım! Eger dogru anladıysam hem kızlar izin almıştı hemde artık bir evimiz vardı.
"Şaka yapmadığını söyle!" diye cırladım ayaklanırken. "İnan bana ilk defa bu kadar ciddiyim" kollarını açarken aynı zamandada olduğu yerde zıplıyordu. Yüzündeki gülümsemeyi çerçeveletip "mutluluk" isimli bir tablo olarak duvarlara asmayı düşünmeden edemedim. Adeta tavşan dansı yaparak hazala ulaştım ve kemiklerini kırarcasına sarıldım.
"Ne zaman aradılar?" diye şakıdım onu serbest bırakırken.
"Imm yaklaşık yarım saat önce nazlı aradı dün gece eşyalarını toplamışlar ve şuan düzce-ankara seferindeki otobüsteler" dedi sonlara doğru sesini yükseltirken.
"Aman tanrımmm!" diye inledim. "Sencede son günlerde fazla şanslı değilmiyiz?" diye sordum cevabını önemsemeden. Zaten hazalda sadece kıkırdadı.
"Ve şimdi sıcak bir duş almalıyım" Bavulundan çıkardığım bir kaç parça kıyafeti kapıp yüzümdeki gülümsemeyle banyoya gidiyordum ama hazalın "Artık bir evimiz var" isimli doğaçlama şarkısını soylediğini duyunca yüzümü buruşturmadan edemedim. Sesi berbattı. Genelde şarkıları ben söylerdim kitapları o okurdu. Harika bir diksiyonu vardı fakat ben diksiyon konusunda berbattım ama şarkı söylemeyi biliyordum ve benim için artık bir yaşam tarzı olmuştu. Hazala karşılık kapısını kilitlediğim banyodan "kes sesini kızım" isimli doğaçlama şarkımı bağırarak söyledim. Kahkalarını duyduğumda yüzümdeki gülümseme tüm yüzüme yayıldı.

Soyunup kendimi sıcak suyun kollarına bıraktım ve gevşemeye başladım. Hayat ya bize bir oyun oynuyordu, yada bizi ilk defa gerçekten mutlu ediyordu. İlk seçeneği düşünmemeye karar verdim.

Suyu kapatıp havluyla kendimi kuruladım ve çamaşırlarımı üzerime geçirdim. Ardından siyah opak çorabımı ve yüksek bel deri etekleri bol ve uçuşan mini eteği üstüme geçirdim. Bunu kızlarla kaçamak yaptığımız bi gün çok beğenerek almıştım ama ilk defa giyiyordum. Çünkü ailem asla bunu giymeme izin vermezdi. Kaburga kemiklerimde biten siyah kazağı geçirdim. Siyah olan herseyi giyebilirdim. Çünkü dikkat çekmiyordum. Saçlarımı kurutup banyodan çıktıktan sonra hazalın yeni bıraktığı düzleştiriciyle saçlarımı düzleştirip eyeliner'ımı çektim. Yüzüme dikkatli bakınca sanki yanaklarımın dolgunlaştığını hissettim. Kilo mu alıyordum? Acaba stresten yemeği fazla mı kaçırmıştım? Birden beynimi deli gibi saran kusma isteğiyle banyoya koştum. Hazalda peşimden geldi.
"Ne oldu?" diye telaş la sordu aynadan gözleri gözlerimi bulurken. Ellerimi lovabonun iki yanına yaslamıştım. Kusmamam gerekiyordu. Hazal zaten buna izin vermezdi. Kusmamalıyım. Kilo almadım. Kilo verdim. Çok zayıfım. Aynadan kendi gözlerimin içine bakıp kendime sürekli aynı şeyleri fısıldadım. Hazal sonunda durumu anlamıştı. Beni omuzlarımdan tutup kendine çevirdi.
"Melek kilo almadın, hatta aksine zayıfladın biraz yemek yemelisin" diyerek bana sürekli söylediği şeyleri tekrarlayınce yalan söylediğini düşündüm ve birden parmağımı ağzıma sokup öğürdüm. Ama kusmadım. Ve bu iğrençliğim gözlerime yaşlar birikmesine sebep oldu. Hazal beni ikaz ediyordu ama sesi kulağıma uğultu gibi geliyordu. Elleri omzumu sert bir şekilde sıkarken sadece son dediklerini duyabildim.
"Eğer kendini kusturmaya ve zayıflamaya devam edersen bünyen ve bedenin kücük bir çocuğunkinden farklı olmayacak. Tam da güzel günler bize göz kırparken zayıflıktan gebermek mi istersin yoksa Bulumia nervosa*yı yenmek mi istersin?" diye bana adeta meydan okudu. Birden tüm kusma isteğim gitmişti ve güzel günleri düşünmeye başlamıştım. Bu lanet olası hastalığın bir reçetesi yoktu. İhtiyacın olan birkaç sıkı dost ve bir kaç motive edici cümleydi. Ancak dostların her zaman yanında olamayabiliyor veya motive edici cümleler tükenebiliyordu. Yanağımda süzülen yaşları silip hazala sarıldım. Ölmek istemiyordum. Şimdi değil. Şimdi ölemem...

-EN UÇAMAYAN-Where stories live. Discover now