𝟬𝟭 ಇ despite the luck charm

589 108 291
                                    






1. BÖLÜM
"ŞANS TILSIMINA RAĞMEN"

arrows to athens - city of angels.

5 seconds of summer - best friend.



6 AĞUSTOS 1945
JAPONYA • HİROŞİMA.


Gece boyunca gördüğüm kâbuslar, göz halkalarımın büyümesinin yanında içimdeki sıkıntının önüne geçilemeyecek bir boyuta ulaşmasında fazlasıyla etkin bir role sahipti. Aldığım her nefesin ciğerlerim için bir yabancıdan farksız oluşu göğsümün üzerindeki sızıdan kolaylıkla anlaşılabiliyordu.

Şakaklarımda hissettiğim ağrı gözlerimi acı içinde yummama sebep olurken kafamda canlanan yanan şehir, gözlerimi saniyeler içinde geri açmama sebep oldu. İnsanların telaş içinde koşuşturmalarından doğan ayak sesleri kulaklarımda hâlâ yankılanmaya devam ederken yüzümü buruşturmuş, ağzıma kadar gelen ekşi sıvıyı yutmak zorunda kalmıştım.

Uykumu cehenneme çeviren cesetlerin sahibi olabilecek birçok kişi, giydikleri temiz kıyafetler içinde bilinçaltımın sunduğu manzaradan çok daha iyi göründüklerini kanıtlamak istercesine yüzlerinden bir an bile düşmeyen gülümsemeleri eşliğinde beni karşılıyorlardı.

Ciğerlerime doldurduğum derin nefesin ardından bedenimin rahatladığına yakından şahitlik ediyordum. Dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına izin verdikten sonra içinde bulunduğum faytondan göz temasında bulunduklarımı öne doğru eğdiğim başımla selamladım.

Akrep ve yelkovanın birbirini kovalamaya devam ettiği her an, omuzlarımı dik tutmanın benim için giderek zorlaştığını hissedebiliyordum. Sapını bileğime geçirdiğim çantanın varlığına aldırış etmeden dışarısını seyretme imkânı bulduğum cama avcumu bastırmış, parmaklarımı oynatarak selamlama işini gereğinden fazla uzun tutmuştum.

Meraklı kalabalığı oluşturan insan sayısı artmaya devam ederken yüzlerindeki gülümsemenin altında yatan şaşkınlığı görmemek mümkün değildi. Ördüğüm duvarın yanında takınmak zorunda bırakıldığım maske şaşkınlıklarının kaynağı olmalıydı.

İçimdeki huzursuzluğu yok saymaya çalışarak kurduğum göz temasına noktayı koydum. Şapkamdan sarkan tülü düzelttikten hemen sonra omzumu örten siyah saçlarımı hafifçe geriye doğru atmış, fiyonk şeklini verdiğim beyaz fuların kötü görünmediğinden de emin olmuştum.

Taşlı yolda yankılanan nal sesi yerini kalabalığın coşkulu çığlıklarına bıraktığında rotamdaki hedefe vardığımı anladım. Saniyeler süren bekleyişin ardından faytonun kapısı aralanmış, yerimden kalkarak adımlarımı dışarıya doğru yönlendirmiştim. Bana eşlik eden saray muhafızlarından birinin uzattığı eli nazikçe tutmuş, yüzümü kulağına doğru yaklaştırarak fısıldamıştım.

"Çıktığımız bu gezintiden değil babamın, sarayda uçan kuşun bile haberinin olmaması gerektiğinin altını çizmeli miyim? Bana kalırsa böyle bir şeye gerek yok, zekânı hafife almak istemem."

Onayına kendi gözlerimle şahit olmak istediğimden kulağına yaklaştırdığım yüzümü geri çekmiş, başını salladıktan hemen sonra kelimeleriyle desteklemekte geri kalmamıştı. "Bunun sır olarak kalacağına şerefim üzerine yemin ederim, Prenses Pranpriya."

Boşta kalan diğer elimi dizlerimin altına kadar uzanan eteğime yerleştirip olası bir aksiliğin önüne geçtikten hemen sonra tuttuğum elden aldığım destekle pabuçlarımın topuklarını güvenle yere bastım. Aynı zamanda dakikalar içinde sevinçle karşılandığım kalabalığın nasıl bu kadar büyüyebildiğini sorgulamadan edemiyordum. Oluşan kalabalığın arasında elindeki fotoğraf makinesiyle yakayı ele veren paltolu bir adam gözüme takıldığında kaşlarımı çatmadan edemedim.

stains on the mirror ಇ liskook, taennieWhere stories live. Discover now