𝟮𝟲 ಇ death warrant on red lips

139 12 8
                                    








26. BÖLÜM
"KIRMIZI DUDAKLARDAKİ ÖLÜM FERMANI"

ruelle, fleurie - carry you.

avril lavigne - keep holding on.





13 AĞUSTOS 1945
JAPONYA • HİROŞİMA.


Kendimi bildiğimden bu yana, sırtımdaki bıçakları çıkaramadan her defasında bir diğeri tenime saplanmıştı. Gözlerinde kendimi gördüğüm adam beni öyle bir yalana inandırmıştı ki sırtımdaki bıçaklardan onun sayesinde kurtulabileceğime dair bir safsata, zihnime tıpkı bir virüs gibi yayılmıştı. Sanki nefes aldığım her an, tenim ile bütünleştirilmiş bıçaklar iç organlarıma doğru itiliyor, içime içime kanıyordum.

Sırtımdaki kabuk tutmamış bütün yaralara rağmen henüz ölmemiştim ama gizemli bir paltolu olarak tanıdığım adamın, muhtemel sonumu getirecek bıçakları tutan ellerden biri olduğu gerçeği, kalbim göğüs kafemi dövmeyi henüz bırakmamış olsa da üzerime toprak atmaya yetmişti.

Başından beri beni bulmamaları adına kırk takla attığım askerlerden kaçarken aslında onların çıkarlarına hizmet eden birini yanımda gezdirmem, şu an değilse bile aklıma veda etmeme sebep olacaktı. Kafamdan bir ihtimal olarak bile geçiremeyeceğim gerçekler öylesine ağır gelmişti ki gözlerimi kırpmaya dahi mecalim yoktu.

Artık çehremi ıslatacak gözyaşına bile sahip değildim. Göz pınarlarım tıpkı bir çöl gibi kurumuş, dudaklarım ise çatlamıştı. Vücudum bile bana sırtını dönmüştü. Göğsümün üzerine yerleşen ağırlığın verdiği rahatsızlıktan ağlayarak kurtulmama dahi izin verilmiyordu.

Bana aşkı tattıran adamın ve aynı kanı taşıdığım kadının beni kurdukları oyuna nasıl çekebileceklerine dair istişare yaptıkları kulübede gördüğüm kabus gerçekleşmişti. Ayak bileklerime bir hayvanmışım gibi geçirilen kelepçelerin ağırlığı, iki yanımı saran metal parmaklıklara bağlanan ellerimdeki soğukluk, rüya olamayacak kadar gerçekti. Başlarda zihnimin oyunuyla sınırlı kalan Hiroşima'nın yanışına, kendi gözlerimle şahit olduğum anın bir benzeri tam şu an yaşanıyordu.

Damarlarımda gezinen kana içimdeki öfkenin eşlik ettiğini hissedebiliyordum, yine de sinirli olan birine kıyasla fazlasıyla sakin durduğumun da bilincindeydim. Üstelik bu sakinliğin dakikalar sonra bedeni, kobay faresi olarak kullanılacak birinin üzerinde oldukça irite durduğunun da farkındaydım.

Yatırıldığım sedyenin ayak ve baş ucunda meşhur deneyde aşama kaydedilmesinde parmağı olduğunu düşündüğüm beyaz önlüklü iki doktor vardı. Her şey pürüzsüz bir şekilde rüyamdaki gibi işliyor, beni ölümüme kendi elleriyle götürüyorlardı. Sağ ve sol tarafımda da iki saray muhafızı onlara eşlik ediyordu.

İçinde bulunduğum durumun trajikomikliği dudaklarımın arasından alay dolu bir gülümsenin dökülmesine neden olduğunda karşı koymadım. Sağ tarafımdaki saray muhafızının miğferinin açıkta bıraktığı gözleri, dudaklarımın arasından dökülen melodiye kayıtsız kalamayıp kısa bir anlığına harelerimle buluştuğunda mırıldandım.

"Ben Nebula'nın eline kendi ailem tarafından bizzat teslim edilmişken beni, şu an burada korumanızın ne anlamı var?" Sesim çatallı çıktığından anlaşıldığımdan emin değildim. Hoş, şu saatten sonra anlaşılsam bile bir şeylerin değişeceğini sanmıyordum. Zaten iki saray muhafızının da dilimden dökülenlere kayıtsız kalması, aklımdan geçenleri doğrulamaya tek başına yetiyordu.

stains on the mirror ಇ liskook, taennieWhere stories live. Discover now