Bölüm 9

670 68 12
                                    

Keşif günü

"Ne halt ediyorsun , hareket et !"

Dişi dev tam karşımda bana bakıyordu. Fazlaca büyüktü , karşısında öylece kalakaldım. Vücudumu hareket ettiremiyordum.

Lanet olsun ne halt ediyorum ben ?

Zihnim açıktı fakat bedenim uyuşuktu. Bacaklarım tutmuyor...

Duyuyorum .Bir kaç askerin yardım çığlıklarını acı bağırışlarını duyuyorum.Fakat hareket edemiyorum.

Suratıma çarpan tokat kendime gelmemi sağlamıştı.

"Kendinize gelin Yüzbaşım !"

Karşımda duran Mikasa pelerininden bir parça koparıp hiç bir acı hissetmediğim kolumu sardı. Az ileride askerler ölüyordu.Mikasa daha fazla beklemeyerek dişi deve yöneldi. Bende çok beklemeden manevra teçhizatımı yönlendirdim.

Petra,Oluo,Eld plan kurup saldırmışlardı.Az bir süre sonra hepsinin ölü bedenleriyle karşı karşıya kaldım.

Öfkeme hakim olamayarak teçhizatımı dişi devin ensesine sapladım. Bütün gücümle kılıcımı savurdum. Yaptığım darbe, kılıçlarımın kırılmasıyla başarısız olmuştu.

Bir ağacın dalında kılıçlarımı yenileyip tekrar saldırdım. Teçhizatımın iplerini yakaladığında düşünmeden ipleri kestim.Senin elinde öleceğime kafam patlasın daha iyi...

Belimi kavrayıp beni düşmekten kurtaran kollara baktım.

Yüzbaşı Levi.

Bir ağaca bırakıldığımda hiç beklemeden işine döndü. Dişi devin ağızındaki Eren'i kurtarıp başka bir ağaca bıraktı. Gözlerimiz buluştuğunda hüzünlü bakışları yorulmuş gibiydi. Bütün takımını kaybetmişti. Düşmüş omuzları yükünün ağırlığını belli ediyordu sanki.

Oyalanmadan ölü ve yaralı askerleri toplamaya başladık. Beyaz örtülere sardığım askerlerin sayısını sayamamıştım bile...

Tek tek her ölü sarıldı. Bunu yapmak istemeyen askerleri anlayabiliyordum. Ölü arkadaşlarını görmek bir çoğu için zordu. Ölüleri arabaya yerleştirdik. At istediğimde kolumun kötü olduğunu söyleyip reddettiler. Ölülerin yanında oturmak tek kolla at sürmekten daha zordu gerçi.

Büyük bir kederle oturduğum yerde uzandım. Üst üste dizilmiş uzanan askerlerle aramdaki tek fark benim nefes alıyor olmamdı.

Her yanıma bulaşan kan lekeleri , solgun yüzüm , soğuk vücudum , sargılı kolum ve hareket ettirmekte zorlandığım bacaklarım...

Dün eğitim yaptığımız askerlerin bugün yaşamıyor oluşu ağlamak istememe sebep oluyordu. İlk keşfim olmasına rağmen sanki yüzlerce yoldaşımı kaybetmişim gibi hissettiriyordu.

"DEVLER GELİYORLAR "

Bir askerin korku dolu bağırışı herkesi germişti. Tam arkamızda koşan iki dev her an uzanıp birimizi alacak kadar yakındaydı. Birini deviren asker yeniden atına oturup yoluna devam etti.

Bu hızla arkadan gelen devlerden kurtulmamız neredeyse imkansızdı. Açık alanda teçhizat kullanmakta fazlasıyla sıkıntılıydı.

"Yüzbaşım ne yapacağız ?"

Bir askerin ani sorusu başımdan aşağıya kaynar sular dökülmesine neden oldu. Biz hızlanamıyorsak rakibi yavaşlatmamız gerekirdi. Çaresizce bakışlarımı ölü askerlere çevirdim. Başımı "olmaz " anlamında iki yana salladım.

Levi ile göz göze geldiğimizde mimiksiz suratıyla onayladı.

"Hiç bir keşif sonrası tüm ölüleri götüremedik "

Bakışlarını yoluna çevirip konuşmaya devam etti.

"Yapamazsanız ben yaparım "

Sesindeki yorgunluk kalbimi ağrıtmaya yetmişti. Karşımda oturan askere istemeyerek işaret verdim. Tek tek her askeri yola attık.

Titreyen vücudum daha fazla dayanamıyordu daha doğrusu dayanmak istemiyordu. Asker kalmayana dek hepsini yuvarladık. Bitkince sırt üstü uzandım.Kurtulmuştuk...

Daha fazla tutamayarak gözyaşlarımı serbest bıraktım. Elimle ağızımı kapatıp ses çıkartmamaya özen gösterdim.

Bir kaç ay öncesine kadar ağlamak nedir bilmezdim. Dertsiz gamsız bir insan gibi yaşardım.Kimsenin değeri yoktu gözümde...

Ne ara bu kadar çok ağlar olmuştum ?

.
.
.
.
.
.
.

Halkın arasından geçtiğimizde arabadan inip yavaş adımlarla yürüdüm. Eşini , babasını , çocuğunu soran insanlar, bir çok şeyin farkındaymış gibi ağlayan bebekler...

Kimsenin yüzüne bakamıyordum.Hele ki ölüleri atan kişi benken sesimi çıkartmaya hakkım bile yoktu.

Kafama çarpan taş canımı yakmıştı. Atan kişiye baktığımda dolu gözleriyle elini yumruk yapmış küçük bir erkek çocuğuydu. Bir taş daha attığında havada yakalayıp cebime sıkıştırdım.

Hic bir tepkide bulunacak hâlim yoktu . Dışarıdan ucube gibi göründüğümün oldukça farkındaydım.

Çocuğu sakinleştirmeye çalışan kadınlar çaresizce ağlıyorlardı. Utançla kafamı öne eğdim bakışlarımı bir saniyeliğine bile kaldırmadan ilerledim.

Karargâha vardığımızda kolumu tedavi ettiler . Ardından odama gönderip dinlenmemi söylediler. Bir haftalık ara vermişlerdi. Ailesi olan ziyarete gitmişti. Gidecek yeri olmayanlarsa karargâhta kalmıştı.Benim gibi...

Günlerce odamdan çıkmadım. Gördüğüm tek yüz bana yemek getiren Hange idi. Getirmemesini söylesem de bıkmadan her gün geliyordu. Haftanın ortalarındaydık. Gece vakti yatağımın altına sakladığım içki şişelerini kucakladım.

Askeri inzibata her belge götürüşümde fark ettirmeden bir kaç şişe alırdım. İçki şişelerini kucaklayıp terasa çıktım. Elimde sıkıca tuttuğum taşta göz gezdirdim. Zemine oturup şişeyi kafama diktim. Bir yandan da keşiften önce yemekhanede söylenen moral müziğini mırıldandım.

" Dualarımız hiçbir şeyi değiştirmeyecek.

Şu anı değiştirebilecek tek şey savaşma kararlılığıdır.

Ey cesetleri çiğneyerek yolumuza devam etme azmimizle alay eden domuzlar !

Sizler sahte bir huzur içinde olan besi hayvanlarısınız.

Biz ise özgürlüğün peşinde olan kurtlarız.

Siz av mısınız ? Hayır biz avcılarız! "

Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim.Neşeyle şarkı söyleyen ölü askerlerin yüzlerini aklıma kazıdım. Şimdiden iki şişe bitirmiştim. Karargahta toplasan 3-5 asker vardı ve büyük ihtimal şuan uyuyorlardı.

Bunu fırsat bilerek gözyaşlarımı tutmadım. Ağızımdan firar eden hıçkırıklarımı umursamayıp içmeye devam ettim . Bir el içki şişesini kavrayıp benden uzaklaştırdı.

Islak gözlerimi kaldırıp karanlıkta bile tanıyabildiğim çehreye baktım. Hayatımı kurtaran adam , insanlığın en güçlü askeri , zihnimin en güçlü askeri ...













Aethra | Levi Ackerman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin