ep. 5

638 50 37
                                    

Felix ben yere çökünce yanıma gelip "Hey, iyi misin?" diye sordu. Neden böyle bir soru sormuştu ki şimdi? Kafamı sallayarak onayladım onu. Nefes vererek "Oh, bir an klostrofobin var sandım." dedi. O da aynı benim gibi karşıma bağdaş kurdu. Bir dirseğini dizine yasladı, elinin üzerine de yüzünü yerleştirdi ve bana bakmaya başladı.

Yüzümü ekşiterek "Ne bakıyorsun?" diye sordum. Omuz silkerek "Güzelsin çünkü." dedi. Derin bir nefes aldım, "Sakinim..." diye mırıldandım. Ardından, "Sevdiğim biri olduğunu bildiğin hâlde bana yürüyor musun cidden?" dedim dayanamayarak.

Sakince tatlı bir gülümseme sundu bana, "Birincisi, sana yürümüyorum, sadece güzel olduğunu söyledim -ki bu çok normal-. İkincisi, onu sevdiğini sanmıyorum." dedi. Şuan çok tatlı duruyordu. İçimdeki gülümseme isteğini bastırıp konuştum: "Ben onu seviyorum. Sen ne düşünürsen düşün."

Her ne kadar böyle desem bile, içten içe ona hak veriyordum. Belki onu sevmiyorumdur, sadece kendimi başka kişilere kapatmak için kullanıyorumdur.

Yaklaşık 15 dk. geçmiş ve bizi çıkaran olmamıştı hâlâ. Felix bana döndü, "Çok sıkıldım, hadi taş kağıt makas oynayalım." dedi küçük bir çocuk edasıyla. Kıkırdayarak onayladım. "Hazır ol. Taş, kağıt, makas!" dediğinde elimi taş yaptım, o ise makas. Gülerek "Ben kazandım. Bir fiske hakkım var şuan." dedim.

Oyunu bitirmeyi kararlaştırarak ceza kısmına geldik. Ben dört kere kazanmıştım, o ise iki. Bu yüzden ilk fiske yiyecek olan oydu hemde dört tane. Çok eğlenceliydi şuan. Alnına gelen saçları eliyle kaldırmış, ona vurmamı bekliyordu. Alnının ortasına güzel bir fiske geçirdiğimde, acıyla yüzünü buruşturdu.

O hâlâ bağdaş kurmuş oturuyordu, bense dizlerimin üzerinde Felix'in alnına vurmaya hazırlanıyordum. Bu ikinci hakkım, daha iki tane daha vardı. Bana yaptığı şeylerin acısını çıkartıyorum şuan resmen. Alnına bir tane daha fiske attığımda, kızaran alnını ovuştururdu.

Yüzüne doğru eğilmiş üçüncü fiskeyi atmaya hazırlanıyordum. Yüzüne baktığımda, gözleri kapalıydı, çok masum bir gülümseme vardı yüzünde. Ben bu tatlı şeye mi vuracaktım şimdi? Ben onun yüzünü incelerken, gözünü açtı. "Neden bakıyorsun öyle?" diye mırıldandı. "Çok tatlıs-"  onu bekletmeden cevabı verdiğimde, ne dediğimi fark edip sustum.

Felix, ellerini saçından çekip saçlarının alnını tekrardan kaplamasına izin vermişti. "Seni..." dedikten sonra duraksadı. "Öpebilir miyim?" diye devam edip anında yanağıma bir öpücük bırakmıştı. Ben anın şokuyla gözlerimi kırpıştırırken kapı açıldı ve "Aman tanrım!" diyen Jeongin'in sesi yankılandı.

Ben hızla geriye sendelerken, Felix, kapıda dikilmiş gözleri fal taşı gibi açılan Jeongin'e bakıyordu. Şok yüzünden konuşacak halim yoktu. Bu yüzden sessizlik oluşmuştu ortada. Bunu bozan yine Jeongin olmuştu, "Sanırım bunu görmemeliydim. Bu yaşıma uygun bile değil!" dedi ve içeriye doğru gitti.

O giderken ne dediğini hazmederek "Dışardan olduğumuz hâl nasıl görünüyordu ki?" dedim, Felix'e dönerek. Felix, -büyük ihtimalle şaşkınlık yüzünden- duygu içermeyen yüzünü bana çevirdi. Yutkundu ve konuşmaya başladı: "Muhtemelen yanlış, yani sen benim önümde durmuş yüzüme eğilm-"

Hızla sözünü kesip "Tamam! Anladım!" dedim yüksek sesle. Ardından ayağa kalkıp kilerden çıktım, Felix de beni takip etti. Salona giriş yaptığımızda sehpada bir pasta vardı ve abimler doğum günü şarkısı söylemeye başlamışlardı. Ne yani Felix'in doğum günü müydü? Bana sormadan plan yapmış olmalılardı.

"İyi ki doğdun Yongbok!" diyen abim ile ona döndüm. Ben sinirle onlara bakarken Felix şaşkınlıkla elini ağzına kapatmıştı. "Teşekkür ederim." dedi sevimlice.

Aussie Lovers {Lee Felix}Where stories live. Discover now