2- Pardon?

9 3 0
                                    

Saat on bire gelmişti. Yokluğumun fark edilmemiş olması yönünde saçma bir umudum vardı. Çekim yasasıyla bu da olurdu elbet. Yani umarım.

Ve tabii ki yine tüm umutlarım boşa çıkıyor, babam saten pijamalarıyla beni girişe bakan tekli koltukta bekliyordu.

Ufak adımlarla yanına ilerledim. Başımı yerden kaldırmamak için özel bir çaba sarf etmiyordum. Zira yüzünü görmek bana acıdan başka bir şey vermiyordu.

Ufak bir gel işareti yaptı. Biraz daha yaklaştım.

"On sekiz olduğunda buradan siktirip gideceksin. Hayatımdan defolacaksın. Bir daha bu eve adım atamayacaksın sevgili oğlum. Peki on sekiz olmana ne kadar kaldı?" Fısıldar tonda ama bir o kadar da tehditkâr çıkıyordu sesi.

"Bir ay kaldı efendim." Sikeyim sesim tahmin ettiğimden de kısık çıkmıştı.

"Güzel, bu bir ay içerisinde ne bok yersen ye bana laf getirme. Soyadımın senin gibi ibneyle anılması bile yeterince onur kırıcı."

"Peki efendim."

"Ha bir de, okulda dayak yeme, karşılık ver. İbne olsan bile hâlâ bu soyadını taşıyorsun. Millet sağda solda Karan'ların oğlu dayak yiyormuş diye gezmesin. Ayrıca boşuna aldırmadı annen sana o savunma derslerini. Hiç değilse kadının yüzüne bakacak halin olsun. Anladın mı?"

O benim annem değil demek istedim. Bağırıp çağırıp etrafı dağıtmak istedim. Ama yapabildiğim tek şey kafamı sallamak oldu.

"Güzel odana git şimdi. Sessiz ol sabaha kadar dışarı çıkmak yok biliyorsun." Son uyarılarını yaptı ve koltukta geriye yaslandı.

"Peki efendim." Hızlı adımlarla yanından geçip üst kata yöneldim.

Merdivenlerin başında kollarını bağlamış, annemin beyaz sabahlığıyla sessizce beni izleyen kadına ufak bir baş selamı verip odama ilerledim.

Hissizdi, hissizdim. Annem değildi. Bunu biliyordu. Yine de buradaydı işte. Onun da gidecek başka bir yeri yoktu. Hepimiz aşağıdaki adam yüzünden buraya hapsolmuştuk.

Sessizce kapıyı kapattım ve kendimi direkt yatağa bıraktım. Gerçekten yorulmuştum. Karnımda hâlâ hafif bir sızı vardı.

Çantamdaki telefonu çıkardım ve şarja taktım.

"Duş almam ve üstümü değiştirmem gerek" diye fısıldadım.

Bu o kadar güçsüz bir fısıltıydı ki. Bedenim bunları yapamayacağımın bilincinde kendini yormak istememiş gibiydi.

Uykuya dalmadan önce bedenimdeki son güçle, ilaçlarımı içmek için doğruldum.

Komodindeki ilaç kutusuna uzandım. Sabah içmemiştim. Ama şimdi içmezsem uyuyamazdım. Kutudan iki hap çıkardım.  Avucumda birkaç kez döndürdükten sonra ağzıma attım.

Komodinde ilaçların yanında olması gereken sürahiye bakındım, yerinde değildi. Sinirle yataktan kalktım ve banyoya ilerledim. Ağzıma su alıp hapları yuttum.

Musluk suyunun tadı gerçekten iğrençti. Yüzümü buruşturup doğruldum. Aynadaki yansımamla göz göze geldim.

Kahretsin, tüm gün böyle mi gezmiştim gerçekten? "Korkunç" diye fısıldadım.

Kumral saçlarım birbirine karışmış, beş haftadır yıkanmıyor ve son üç senedir taranmıyor gibi bir görünüm almıştı. Göz altlarım morarmış, rengim atmıştı. Gözlerimdeki hissizlikten bahsetmek istemiyorum bile.

Hızla banyodan çıktım ve kendimi yine yatağa bıraktım. Ne yani şimdi yabancı beni böyle mi görmüştü. Öyleyse iyi ki yüzüme bakmamış.

AKAJUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin