65- Oyun

30 8 1.3K
                                    


Hellü, sonunda gelebildim. Umarım bölümü seversiniz. Genel olarak eğlenceli bir bölüm. Ve ilk defa Deha'yı tanrısal yazmak yerine ağzından yazdım. Öptüm, öptük 😘💛

***

Deha

Parmaklarım tozlanmış silahların üzerinde yavaş yavaş gezindiğimde bakışlarım hemen yanımdaki adamın gözlerindeydi. Anlattığı her şeyi dikkatle dinlemeye çalışsam da sıkılmıyor değildim. Tüm silahların özellikleri birbirine benziyordu.

"Rusya'dan geldi," diyen adamla birlikte başımı sallayarak silahlara bakmaya geri döndüm. Ahşap kutunun içinde, samanların arasındaki silahlar parlıyordu ve çok çekici duruyorlardı.

"Umarım bunları terör örgütlerine satmıyorsunuzdur," dedim. Silah piyasası diğer piyasalara göre daha tehlikeliydi. Kimlere hizmet ettikleri belli olmuyordu. Bu yüzden genel olarak güvendiğim isimlerden alışveriş yapardım. Bazen de böyle bilmediğim insanlarla görüşürdüm. Risk alırdım.

Bakışlarım tekrar adamın kahvelerine değdi. Bugünlerde etik değerleri olan kaçakçı bulmak zorluyordu. Geçen aylardaki silah kaçakçılığı yapan adam tam bir piç kurusuydu bana göre.

"Açıkçası bunun hakkında bir fikrim yok, ben sadece silah tanıtımı yapan basit bir adamım. Pazarlamacıyım. Şu an beni öldürsen burada, iki dakika sonra bir başkası gelir seninle ilgilenmeye."

Silahı parmaklarımın arasına alıp okşadım. Parmağıma değen damganın hangi aileye ait olduğunu biliyordu. Suna'nın ailesine. Volkovalar her sektörde varlıklarını belli ediyordu. Güçlü ailelerden biriydi, silinmesi zordu. Aylar önce iflas bayrağı çektik derken bile güçlülerdi. Ve bunun doğru olmadığını öğreneli sadece iki buçuk hafta olmuştu.

Sadece devleti kandırmışlardı. Ve bir de Suna'yı. Ondan temelli kurtulmak istiyorlardı. Bu yüzden yapabilecekleri her şeyi yapmışlardı. Nitekim başarılı da olmuşlardı. Suna artık ne Hellivan ne de Volkova'ydı. Fakat istedikleri türden bir kurtulma olmadığı da açıktı.

"Doğru," dedim tamamen kabullenerek. "Ama senin aynı zamanda insan sarrafı olman gerekiyor. Sonuçta satıcısın, müşteriye göre oynaman lazım."

Mesela ben birine bir şey satarken her yönden değerlendirirdim. Ayakkabı bağcığına kadar dikkat ederdim. Çoğunlukla da başarılı olurdum. Kimse içmez denilen kokteyli bile satmıştım zamanında.

Kısa bir es verdikten sonra silahı samanların üzerine koydum. Bakışlarımı adamın gözlerinden çekip birkaç adım ötesinde duran Hazar'a baktım. "Sence," dedim adama dönerek. "Bu adam nasıl bir silah arıyor olabilir?" diye sordum Hazar'ı kast ederek. Aslında bunu gerçekten merak ediyordum. Hazar tanıdığım en kapalı kutulardan biriydi. Bazen mimik bile yapmazdı başkalarının yanında. Daha çok bizim yanımızda mimiklerini gösterirdi. Ve bir de işkence yaparken adamı delirtmek için yapardı.

Uzun zamandır işkence yapmadığım aklıma geldiğinde kafamın içindeki küçük not defterime not ettim. En yakın zamanda işkence yapmalıydım.

Adam kahvelerini Hazar'a getirdi. Gözlerini kıstığında kafasındaki çarkların sesini duyar gibi oldum. Birkaç saniye daha inceleyip bana döndü. "Klişe duruyor," dediğinde Hazar'a baktım. Görünüşüne hiç takılmamıştım. Her zamanki gibi klasik parçalardan birini giymişti. Ancak onda parçalara uymayan birkaç şey vardı.

Birincisi bileğindeki deniz kabuklu bileklikti. İpleri sıkı sıkıya bağlanmıştı. Bunun gemi nikahı konseptiyle ilgili olduğunu biliyordum çünkü aynı bileklik Zümrüt'ün bileğinde de vardı.

İkincisiyse boynundan sarkan yüzüklü zincirdi. Üçüncü ise parmağındaki alyanstı. Dördüncüsüne gelirse de kulağındaki küpeyi ve işitme cihazını sayabilirdim aslında. Ve son olarak ayağındaki konversler. Böyle bir takımın altına giyilebilecek en son ayakkabılardan biriydi.

Yakut Pençe / Opal'ın Yansıması +18Where stories live. Discover now