0.1

1K 47 126
                                    

Tam şu an elimdeki kahveleri dökmemeye çalışırken bir yandan da çarptığım insanlara "Pardon! Afedersiniz! Çok özür dilerim!" gibi sözcükler sarf ederek af diliyor ve yetişmem gereken şirkete doğru koşuyordum. Ben son çarptığım kişiye de "Kusura bakmayın!" derken birden telefonum çalmaya başlamıştı.

Muhtemelen patronumun asistanı arıyordu. Ellerim doluyken nasıl açabilirdim ki? Bunu düşünmeleri lazımdı. Gerçi benden sabahın köründe 15 dakikalık yoldan 10 dakika içerisinde kahve isteyen patronuma göre bunu yapmak zorundaydım zaten. Süper gücüm vardı ya zaten benim, bir saatlik yolu on saniyede falan gidebiliyorum çünkü.

Sinirlerime hakim olmaya çalışarak cebimdeki telefona doğru uzanıp açmak için sola doğru kaydırdım. Normalde sanki sağa kaydırmam gerekmiyor muydu? Neyse, sorgulamayacaktım.

Kahveleri diğer elime alıp telefonu da tatlıları tuttuğum poşetlerin olduğu elime geçirerek kulağıma götürdüm. "Efendim?" diyerek telefonu açmıştım, ancak hâlâ koşmaya devam ederken birden bir bedene çarpmam ile dengem kaybolmuştu ve hafif bir ayak burkulması yaşamıştım. Neyse ki düşmemiştim, yoksa bu kahvelerin hesabını artık işimle mi, canımla mı, onurumla gururumla mı verirdim hiç bilemiyordum.

"Özür falan dileseydin bari!" diye dönüp seslendim bana çarpıp hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eden siyahlı kişiye.

Çarpan kişi birden durup arkasını döndü. "Aman, sen de..." dedi ve yürümeye devam etti.

"Aman sen de mi? Ulan oğlum, dua et acelem var da ecelin olmadım! Yoksa anandan emdiğin sütü burnundan sağardım! Köylü güzeliyim lan ben! Az mı inek memesi sağdım!" diye arkasından bağırsam da önden yürüyen çocuk sadece arkasını dönüp, bir yandan geri geri yürürken kafasındaki şapkayla bana selam vererek tekrardan önüne dönüp uzaklaştı.

Bense günümün daha ne kadar korkunç olabileceği hakkındaki varsayımlarımla varmış olduğum şirkete girip kapısı tam kapanmak üzere olan asansöre, yine koşar adımlarımla bindim.

Bir yandan nefesimi düzenlemeye çalışıyor bir yandan saate bakıyordum ki kafamı kaldırdığımda tam sağ çaprazımda Billie Eilish'i görmüştüm. Şirketimizin ünlü bir moda şirketi olduğunun farkındaydım ama kendisiyle asansörde karşılaşmak da benim için şoke edici bir durumdu doğrusu.

Ben "Selam versem mi? Rahatsız olur mu?" diye düşünürken kendisi çoktan 13. katta inmiş, ben ise 22. kata gelmiştim.

Tek kaldığım asansörden inince alelacele patronun odasına girip "Kusura bakmayın, hemen gelmeye çalıştım." diyerek özür dilercesine hafifçe eğildim ve kahveleri masanın üstüne bıraktım. Patronum ise bana hiç bakmadan, kafasını çevirmiş bir şekilde televizyondan Arjantin dizisi izliyordu.

"Bana söylediğiniz belgeleri birazdan masanıza bırakacağım. Ayrıca asistanınız da-" sözümü bitirememiştim çünkü televizyonun sesi o kadar açıktı ki kendimi bile duymuyordum. Biraz sesimi yükselterek, "AFEDERSİNİZ EFENDİM, SESİNİ KISSAK SORUN OLUR MU?" diye sordum.

Sormaz olaydım.

Patron ışık hızında bana dönerek ayaklandı. Bir saniye...Bu kız ilkokuldaki her gün iki örgüyle gelip saçları ile bize hava atan kız değil miydi? İsmi Jeongyeon'du o kızın, ama benim patronumun adı Seolhyun değil miydi? Evet öyledi. E ama karşımda neden Jeongyeon duruyordu?

"SEN NE DEMEK İSTİYORSUN? SENİ KISARIM, DİZİMİ KISMAM! DİZİME AYIRDIĞIM VAKTİ BEN NEDEN SANA AYIRAYIM?"

Bu kadar yükselmesini hiç beklememiştim işte.

"Yanlış anladı-"

"HEM DİZİMİN SESİNİ KISMAMI SÖYLÜYOR HEM DE BANA KIT KAFALI MI DİYORSUN?"

meet me in your dreams | lee heeseung {✓}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin