i. macalester college

252 54 301
                                    

Sarayında yatıyor şimdi o,
benimse başıma nice dertler geldi.
ilyada, homeros

Evden ayrıldığım ilk günü hatırlıyorum. Biraz çocukça gelebilir ama o kararı verdiğim an, kendi başımın çaresine bakabileceğimi düşündüğüm ve kendime bu konuda nice nutuklar çektiğim bir andı. Geceydi. Belki iki belki de üç sularıydı. Küçük ama bütün eşyalarımı sığdırabildiğim bir çanta ve yazın çalıştığım gaz istasyonunda biriktirdiğim iki bin dolar ile çıkmıştım o evden.

Uzun bir süredir, o evden uzaklaşmam gerektiğinin farkındaydım. Orada kendimi büyük bir yük gibi hissediyordum. Yirmi yaşında hâlâ annesinin sırtından geçinen, beş parasız ve henüz bir üniversiteye kaydını yaptıramamış bir serseri. Onunla her akşam yemeğinde aynı masada buluştuğumda bakışlarının asla değişmediğini, ne zaman oradan defolup gideceğimi sorgular biçimde bana baktığının farkındaydım. Bazen sadece bakmazdı. Söylerdi. Aslında bu, ezici bakışlarından daha da iyiydi.

Yakında gidiyorum derdim, her zaman. Ama o an bir türlü gelmezdi. Beklerdim, her zaman olduğu gibi. Hayatım boyunca her zaman karşılaştığım gibi bu konuda da birtakım sorunlar çıkıyordu. Büyük zorluklarla burs aldığım ve kaydımı yaptırabildiğim okul, açılış sezonunu Eylül ayının sonuna ayarlamıştı. Sebebi, uzun süredir rektörleri olan Edward Newman'ın ansızın olan ölümü olmuştu. Ölüm sebebi kalp krizi olarak açıklanmıştı ve kalp sıkıntısı olduğu için de herkes için beklenir bir ölümdü bu. Tam dönemin başlayacağı günlere yakın bir tarihte olmuştu bu ve bu yüzden de onun için tüm okulda bir süre yas ilan edilmiş, dönemi de iki hafta ertelemek zorunda kalmışlardı.

Bu benim için fazlasıyla kötü haberdi çünkü Texas'tan ayrılmak için çoktan her şeyimi ayarlamıştım. Araba yolculuklarından tiksindiğim için yazın çalıştığım yerden kazandığım paranın bir kısmıyla Texas'tan Minnesota'ya uçmak için bie uçak bileti almıştım. Ama bu gecikme yüzünden iptal etmek zorunda kalmıştım. Bu da bir süre daha annemin zorbalıklarına katlanacağım anlamına geliyordu. O kadar yıl katlandığım için o kısa süreye de katlanabilirim diye düşünmüştüm ama büyük bir yanılgıyla karşılaşmıştım. Son kavgamızda -ki normalde kavga etmekten yana değildim, onu kızdırmaktan hoşlanmıyordum çünkü daha da acımasız oluyordu- benim için zaman her şeyden öte bir şekilde daha acımasız, daha yavaştı.

Daha fazla katlanamadığımı hissettim.

Bu yüzden de evi terk ettim. Tıpkı babamın ona yaptığı gibi. Zaten onun için hata olarak kabul edilen şeyler yaptığımda (düşük notlar almak, bir işe girememek, onun parasını ihtiyaçlarıma harcamak zorunda kalmam, arkadaşımın olmaması, sigara içmem) beni hep babama benzetirdi. Onun oğlu olduğumu söylerdi. Ama bunu o kadar basit bir şekilde yapmazdı. Duyururdu herkese. Arkadaşlarına, akrabalarına, marketteki kasiyere, kasaptaki ustaya veya alışveriş merkezindeki çalışanlara... Alakasız insanlara anlatırdı. Onun için bir yakarıştı belki de. Beni Tanrı'ya şikayet ediyordu. Onun için ben hatadan başka bir şey değildim. Olmaması gereken ama olan, fazladan bir boğaz ve birey.

Benden tiksiniyordu. Bunu dile de getiriyordu. Babama olan öfkesini benden çıkarıyordu. Bunun farkındaydım. Öfkesini üzerimde kullanıyordu çünkü bunu benim dışımda kimseye yapamazdı. Doğduğum günden beri belki de bana öfkeliydi.

Bir keresinde kız kardeşiyle olan konuşmasına kulak misafiri olmuştum.

O gün, okuldan kaçmak zorunda kaldığım günlerden biriydi ve bunun sebebi de sessizliğim yüzünden uğradığım kötü bir zorbalık olayı yaşamamdı. Hayatımı hep kendimi yargılayarak ve acımasızca davranarak geçirdiğim için de her şeyin benim hatam olduğunu düşünüyordum. Karakterimde kusurlar arıyordum. Sessizliğim de bile. Beni bu fikrimden değiştirebilecek, destek çıkacak biri de yoktu. O arayıştada da değildim ama arkamda duracak bir annem olsaydı fena olmazdı diye de düşünmeden edemiyorum.

Kötüler Çağı Where stories live. Discover now