v. a percy classic

102 40 259
                                    

Demosthenes bir meyhaneye girmiş, kimse görmesin diye arkalarda bir yer arıyormuş. Diogenes görmüş ve demiş ki: Ne kadar arkalara gidersen meyhaneye o kadar girmiş olursun.
essays, montaigne
_

Saat 09.47 ve günlerden Cumartesi.

Normalde haftanın en sevdiğim günü olmasına rağmen bugün pek de günümde hissetmiyordum. Bir huzursuzluk vardı içimde. Güne çok iyi başlayabildiğimi de hissetmiyordum aslında -uyandığım andan itibaren böyle bir hissiyat vardı üzerimde.

Gece yatabildiğim de söylenemezdi, bunun da büyük bir etkisi vardı. Şu eski evim ve annem hakkında gördüğüm kabuslar bir türlü bitmiyordu. Ne kadar çok bitki çayı içsem de ne zihnime ne de bedenine etki ediyordu. Bu yüzden de hem gereğinden fazla durgun hem de fazla agresif uyanıyordum. Bugün de o günlerden biriydi. Umarım kimse bana bulaşmak gibi bir hataya düşmezdi çünkü katlanılması zor olabilirdim.

Kucağımdaki kitapları alfabetik sıraya göre dizerken ilk defa incelemeden, önemsiz bir şeymiş gibi raflara teker teker yerleştiriyordum. Kütüphanenin havası artık boğuyormuş gibi gelmeye başlıyordu. O loş, sıcak ve samimi hava yerini bugün karanlık, soğuk ve bayıcı havasına bırakmıştı. Kendimi bu ruh halinden çekip atmak istesem de böyle bir ortamda bu pek de mümkün görünmüyordu. Bunu sevmeme rağmen şu an bir nefret duygusuna dönüşmüştü.

Debbie bugün arkadaşının cenazesi için Moorhead'e gitmişti. Bunu da güvenlikteki Paul'dan öğrenmiştim. Alel acele gittiğini ve bir süreliğine de orada kalacağını söylemiş. Bu yüzden yokluğunda kütüphanenin başında ben olacakmışım. Yani derslerimden sonra, burada herhangi bir işim olmasa bile.

Aslında bunu dert etmem gerekiyordu ama Debbie'ye karşı bir saygısızlık ve mahcubiyet duymak istemediğimden herhangi bir sıkıntı çıkarmamıştım. Paul'a da başımı sallamakla yetinmiştim. Zaten yapacağım bir şey yoktu.

Kitapları yerleştirme işim bittikten sonra girişe yakın yerde, hep Debbie ile birlikte oturduğumuz ve kayıtları aldığımız yere doğru geçtim. Masa baya dağınıktı. Debbie görse sanırım bana kınayıcı bakışlar atarak söylene söylene toparlardı. Ama o an bunu düşünmedim ve bakışlarım masanın kenarındaki filtre kahve makinesi ile buluştu. Boş makineyi gördüğüm gibi kaşlarım hafifçe çatıldı.

Bu ne zaman bitmişti böyle?

Uzanarak kahve içtiğim kupamı elime aldım ve içine baktım. Dibini görmüştüm. Ne yani? Bir litre kahve mi içmiştim ben? Sanırım içimdeki bu sıkıntının kaynağını artık görebiliyordum. Muhtemelen çarpıntı tarzı bir etki bırakmıştı. Çok kahve tükettiğimde hep bunu yaşardım zaten. İçimdeki sıkıntı büyür büyür ve yerini bir anksiyeteye bırakırdı. Ve bu yıl da migren gibi bir hastalık hayatıma dahil olduğu için sonraki evresi olarak da onu görüyordum. Ve şimdiden başıma yavaş yavaş giren ağrıyı da seziyordum. İşte bu noktada daha da katlanılmaz bir gün olacağını seziyordum.

İşte şimdi batırmış, kendi kendimi mahvetmiştim. Harika.

"Günaydın Percy," demişti, az önce içeri giren birkaç kız öğrenci. Onlara doğru dönüp durgun bir şekilde günaydın dedim. "Debbie yok mu?" demişti, Alice. Geçen hafta burada tanışmıştık, ismini oradan biliyordum. Kısaca ona Debbie'nin neden olmadığını açıkladım ve o da biraz şaşırarak tepki verdi. Daha sonrasında da bana veda ederek arkadaşlarının olduğu masaya doğru ilerledi.

Kötüler Çağı Where stories live. Discover now